Hayır, hayır! Bunları yapan “insan” olamazdı... İnsanlar kötüydü!..
Beyninde bir bulanıklık vardı. Taşlaşmış yüreği, henüz yumuşamamıştı. İnsanlara karşı duyduğu kin devam ediyordu. Şeytan, bu kötü duyguları kullanmak üzere harekete geçti. Akşam yemekte gördüğü gümüş tabakları ona hatırlattı. Kaşıkla beraber en az iki yüz frank ederdi...
Bununla beraber, tam bir saat, vicdanı ile kavga etti. Şeytanla birlik olup onun da sırtını yere getirdi. Saatin tokmağı üç defa vurdu. Tokmak dile gelmiş, sanki “haydi iş başına” diyordu. Ayağa kalktı. Ses çıkarmasın diye demir nalçalı kunduralarını eline aldı. İki adım ilerledi. El yordamı ile kapının yanına bıraktığı çantasını ve sopasını buldu. Ayakkabılarını çantaya koydu. Yattığı odanın kapısı açık olduğu için zahmetsizce papazın odasına geçti. Etraf karanlıktı; gözleri bir şeyi seçemiyordu. Durup etrafı dinledi. İhtiyar derin bir uykuda idi. Birden odanın içi aydınlanıverdi. Yabancının yüreği duracak gibi oldu. Ay buluttan çıkmış, pencereden tatlı bir aydınlık odanın içerisine, hem de ihtiyarın tam yüzüne, aksetmişti... Ay ışığı, ihtiyarın güleç yüzünü öyle sevimli ve öyle cana yakın gösteriyordu ki, yabancı bundan son derece rahatsız oldu...
Ay tekrar buluta girince, yabancı sevindi. Ayaklarının ucuna basarak gümüş tabakların ve kaşığın konduğu dolaba yaklaştı. Bütün mesele, gürültü yapmadan kilidi kırmakta idi... O da nesi? Anahtar kilidin üzerindeydi. “Şu ihtiyar da ne ahmak adammış” dedi içinden... Sessizce kilidi halkalardan çıkardı. Dolabın kapısını açtı. Tiz bir gıcırtı sesi çıktı.
– Eyvah, dedi hırsız, İhtiyar şimdi uyanacak! Çığlığı basacak.
1 comment