Bir gün mutfağa girdiğimde, Elvira kremayı çırpıyordu (mutfak onun ülkesiydi ve beni tatlılarla baştan çıkarmaya uğraşıyordu, ama annesi bunca bo şuna tüketimi hoş görmüyordu). Ona dedim ki: “Açlık bizim buraya ulaşamaz.” O ise başını kaldırdı: “Artık bir şey bulunmaz oldu. Ne tereyağı, ne yumurta, parasını versen bile yok. Eskiden haşlanmış patates yiyenler şimdi bunları satın alıyorlar.”
“Biz çok yedik,” dedim.
Elvira alnını kırıştırarak fırının yanına gitti. Bana arkası dönüktü.
“Her şeyi o meyhaneler satın alıyorlar, sonra bütün gece âlem yapıyorlar.”
“Ve toprağın üzerinde uyuyorlar,” dedim. “Umurumda değil,” dedi Elvira dönerek, “ama onlar bizim gibi insanlar değil.”
“İnanırım,” dedim ona, “onlar bizlerden çok daha değerli insanlardır.”
Alıngan gözlerle boğazını tutuyordu.
“Kadınlar ve şaraptan söz ediyorsan, Belbo’ya sor,” diye devam etti söze. “O, bu insanlar konusunda benimle aynı fikirde. Geleceği köpekler kadar kimse iyi anlayamaz.”
“Ama onlar...”
“Devlet düzenine karşı mı? Biliyorum. İyi ki öyleler! Sen dünyada yalnızca rahiplerle faşistlerin olduğunu mu sanıyordun?”
Bunları ona neden söylediğimi şimdi anımsamıyorum. Tek bildiğim Cate’nin bana kötü yürekli, kendini beğenmiş ve korkak demekte yanılmamış olduğudur. Bana ayrıca iyi görünmekten çekindiğimi söylemişti. Bunu bilemem. Ama herkese karşı düşüncesinin tersini savunuyordum, hep bir başkası gibi görünmeye çalışıyordum. Ve zamanın azaldığını hissediyordum. Her şey boşunaydı, yararsızdı, sayılıydı. Elvira ile mutfakta konuştuğumuz günün öğleüzeri ani bir alarm verildi. Tepe, vadi, uzaktaki Torino, her yer göğün altında suspus olmuştu. Meyve bahçesinde öylece duruyordum. Acaba o anda kaç yürek durdu, kaç yaprak hışırdadı, kaç köpek yere yapıştı diye düşündüm. Toprak da, tepe ve üzerindeki kabuğu da titriyor olmalıydı. O anda fark ettim ki benim o orman sevgim, Dino’nun yanında bile önleyemediğim o ormancılık gururum ne kadar boştu. Bu ulumayla taşlaşan yaz güneşi altında, hep sorumsuz bir çocuk gibi oynadığımı fark ettim. Ben Cate için, Dino gibi bir çocuktan başka ne olabilirdim ki? Fonso için, ötekiler için, kendim için neydim ben?
Bir süre korku ve gerginlikle uçakların uğultusunu bekledim. O saatte dayanılmaz bir hal alan günlerin birikmiş tedirginliğini ancak büyük bir olay, tamiri olanaksız bir olay kovabilirdi. Ama benim her zamanki oyunum, şımarıklığım değil miydi bu zaten? Cate’yi, Fonso’ yu, Nando’yu, Torino’daki zavallıları, yeraltı mezarları gibi olan sığınıklara üst üste yığılıp bekleyenleri düşündüm. Kimi şaka yapıyordu, kimi gülüyordu.
Kan ve vahşet, yeraltı, orman: Bütün bunlar bir oyun değil miydi? Dino’nun oyuncakları ve çizgi romanları gibi değil miydi? Ya Cate ölürse oğlunu kim düşünür? Artık onun kimin çocuğu olduğunu bilen kim kalır?
Bir bomba sesi beni yerimden sıçrattı. Elvira çıktı ve “Haydi sofraya,” dedi sessizce. —Alarmla radyo susuyordu.— Oturduk, Elvira karşımda, ihtiyar her zamanki gibi yanımda. Yaşlı kadın haç çıkardı. Kimse konuşmadı.
1 comment