Biraz sonra Fransa’nın müdahalesi ve VII. Edvard’ın uyanıklığı sayesinde Ruslarla İngilizler arasındaki geçici anlaşmazlıklar halledildi.

Bu suretle Türklere karşı olan RUS ve İNGİLİZ menfaatleri birleştirildi. Ve Birinci Cihan Savaşında büyük rol oynayan Üçlü Anlaşma (Rus-İngiliz - Fransız) anlaşması meydana geldi.

Doğu Türkistan’dan başlayarak Orta Asya, Kafkasya, Azerbaycan, İran ve bütün Ortadoğu ülkelerindeki İNGİLİZ nüfuzu, kudreti ve çalışmaları arttı.

Esasen Doğu Türkistan hâkimi Yâkup Han daha Sultan ABDÜLAZİZ devrinde baskılara rağmen Kraliçe Viktorya’ya bağlılığı kabul etmemiş, Osmanlı Padişahını tanımış, ona bağlanmıştı.

Türkiye dahil, doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün TÜRK İLLERİNDEKİ İngiliz konsoloslukları, adamları ve ajansları artmış, Arkeologlardan. Biyologlara kadar türlü ilim adamı sıfatı altındaki tetkikçi ve tahrikçiler müşterek Rus - İngiliz menfaatleri hesabına çalışmaya başlamışlar veya bu çalışmaları arttırmışlardı.

Asya’da Siberya hattının ilerlemesi de ilk hamlede Rusların işini kolaylaştırdı. Orta Asya’daki Türklüğü tepeleme ve Turam yok etme yolunda kullanıldı. Her tarafa Rus göçmen kolonileri yerleştirme siyaseti de almış yürümüş, Siberya’nın değeri artmıştı.

Buna karşılık Türkiye’de başlayan Türkçülük ve Turancılık cereyanı yabancı illerde esir yaşayan TÜRK BOYLARINI uyandırma ve KÜLTÜR BİRLİĞİ sağlama yolunda da kendiliğinden gelişmeler göstermiştir.

Rusya’nın İçi

1904      yılından önce Rusya’yı Çarlar tam bir despot olarak idare ederlerdi. Ne bir yazılı Anayasa hukuku ne de bu yolda yerleşmiş gelenekler vardı. Onlar, sonsuz ve sınırsız bir otorite demek oluyorlardı. Yurtlan içindeki SOSYAL GRUPLARIN da hiç bir statüsü yoktu.

Kilise de bu despotluğa yardım ediyor, fakat onun varlık ve zenginlikleri de Çarların kontrolü altında bulunuyordu.

Aristokratlar da Çarların en yakın ve en güvenilir yardımcı ve hizmetçileri sayılıyordu.

Mahalli idareler de merkezdeki iktidarın basit birer delegesi durumunda idiler.

Saltanat Statüsü ve Çarların gelip geçişi, daha 1797'de Birinci (Paul) Petro’nun düzenlediği usullerde yürütülüp gidiyordu.

İlk olarak Birinci Aleksandr, Islahatçı sıfatını alan (Speryanskyl) nin fikirlerini kabul ederek, Anayasaya dayanan bir devlet idaresi kurulması işini ona bırakmıştı. (1809 - 1811).

F. : 4 / 49

Ona göre : Devlet bir Anayasaya dayanacak, yasama ve yürütme organları ayrılacak, Bakanların sorumlulukları belli edilecekti.

Çar kanun yaptıracak ve yürütecek, ancak bir imparatorluk konseyi kurarak kanunları ona hazırlattıracaktı. Ayrıca kanunlar arasındaki koordinasyonu da bu konsey sağlayacaktı. Yıllık bütçe kanunları da bu yolla yapılacaktı.

Millet Meclisi

(Speranskyl) üç dereceli seçimle meydana gelen bir de Millet Meclisi (Douma) düşünmüştür. Fakat sonradan bu tasan suya düştü.

Artık idari kanunlar da çıkarılmaz oldu. İdareyi yalnız Çar’a karşı sorumlu ve başlarına buyruk olan Bakanlar yürütmeye başladılar.

Senato da vardı ama, fonksiyonu bakımından en yüksek bir idare mahkemesi durumunda idi. Bizdeki ve batılı ülkelerdeki Danıştay’ın işini görüyordu.

Bu ıslahat sırasında Fransa ile Rusya’nın arası açılıp savaş başlayınca (Speransky’de itibarını kaybetti. ADALET cihazını kuramadı. Bunu ancak KIRIM savaşından sonra 1864’de Çar 2. Aleksandr yaptı.

Kanunlar

Yapılan yeniliklerde ceza işlerinde, bütün sosyal gruplar eşit sayılıyor, mahkemelerin ve yargıçların istikbali esası kabul ediliyordu. Hukuk işlerinde ise yalnız HÜR sayılanlar için böyle oluyor, KÖLELERE aynı haklar verilmiyordu.

Kamu haklan ve özel haklarla ilgili türlü kanunlar vardı ama asıl kuvvet de iktidar POLİSİN elinde ve Rusya bir POLİS DEVLETİ halinde idi.

Birinci Nikola Deli Petro’nun Devlet Engizisyonu teşkilâtı yerine meşhur (Üçüncü Seksiyon) u kurmuştu. Başbakanlığa bağlı olan bu üçüncü seksiyonu ikinci Aleksandr İçişleri Bakanlığına bağlı basit bir şube haline getirmişti. Fakat, adalet makamlarına ve mahkemelere karşı dahi müstakil olan kuvvet ve nüfuzuna dokunmamıştı.

Halkın Hakları

Eskiden beri KAZAKLARIN özel haklan vardı. Fakat Dinyeper ve Don çevreleri Kazakları daha 18. yüzyıl sonlarında otonomilerini kaybetmişlerdi.

KATERİNA ve 1. Aleksandr devirlerinde kolonizasyon başlamış, Karadeniz ve Azak denizi kıyılarına beyaz Rus göçmenler yerleştirilmişti.

Daha o zamandan beri Rusya’daki halklar içinde azınlık sayılanların ÇOKLUĞU, ülke içinde bir insicamsızlık yaratıyor ve geçimsizliklere sebep oluyordu.

Yüzyıllar boyunca bir arada yaşamalarına rağmen Finlandiyalılar, Polonyalılar, Beyaz Ruslar Moskova halkı ile bir türlü kaynaşamamışlardı.

Hele YAHUDİLERİN durumu çok göze batıyordu. 19. Yüzyılın ikinci yansında SANAYİLEŞME hareketi geliştikçe Yahudilerin önemi de gittikçe artıyordu. Onlar köylü halkı (Müjik) ekonomik bakımdan avuçları içine almış bulunuyorlar. Polis tarafından da tahrikçi olarak tanınıyor ve haklarında kovuşturma yapılıyordu.

Kilise

Deli Petro Rus Ortodoks Patriğinin başını koparmış, Onu (Sen Sinod) meclisinin emri altına koymuştu.

İkinci Katerina da Kilisenin mallarını millileştirmiş, idaresini devlet memurlarına yermişti.

Buna karşılık, devlet Ortodoks kilisesini koruyor, Ortodoksluktan ayrılanlara zulmediyor Rus kilisesi artık mal, mülk, ve eğitim işlerine karışamıyordu.

Aristokratlar

Üçüncü Piyer’in 1762’de çıkardığı bir ferman, asillere, asker veya sivil bir hizmette bulunmadan serbestçe mal, mülk edinme hakkını tanımıştı. Bu suretle de bir asiller sınıfı veya zümresi meydana gelmişti.