kadar da büyük bir şevkle başlamıştı işe! Oysa şimdi.. Ama yine de böyle bir işin altından kalkabileceğini, daha doğrusu kalkması gerektiğini hissediyordu. Gerçekte çok büyük bir projeydi bu Gordon için. Bir türlü kopup ilerleyemiyor, sadece bir takım kopuk kopuk pasajlar meydana getirebiliyordu. Koskoca iki yıllık çalışmanın ürünü bunlardı işte : Birtürlü birleştirip, aralarında bir uyum sağlayamadığı kıtalar.. Tamamlanmış olarak nitelenebilecek beşyüz mısra ya var, ya yoktu, üstelik, bunlara bir şeyler eklemek, yeni mısralar yaratmak gücünü de kaybetmişti artık. Sadece şimdiye kadar yazmış olduklarını yeniden gözden geçiriyor, şurayı burayı karalayıp değiştiriyor, boş yere oyalanıyordu. Bu şiir, onun yarattığı bir şey olmaktan çıkmıştı artık; içiniden kurtulmaya çalıştığı bir lâbirent, bir kâbus halini almıştı.

Diğerlerine gelince.. Bu iki yıl içinde birkaç kısa şiirden başka hiçbir şey meydana getirmemişti. Şiir yazılabilmesi için gereken huzura o kadar ender sahip olabiliyordu ki.. Gordon için «çalışmamak», olağan bir durum haline gelmişti. (Bütün insan türleri arasında, «çalışamıyorum» mâzeretine sık sık sığınan sadece sanatçıdır. Ama yine de, şunu kabul etmek gerekir ki; herhangi bir kişinin de çalışamadığı zamanlar vardır.) Para, evet yine para! Parasızlık; huzursuzluk demekti, endişe demekti, sigarasızlık ve hertürlü yoksulluk demekti. Fakat hepsinin üzerinde yalnızlık ve başarısızlık demekti. Yalnızlık içinde doğru dürüst bir eser verilemezdi. Daha şimdiden inanıyordu ki; Londra Nimetleri, istediği, tasarladığı gibi bir şiir olmayacaktı. Hattâ belki de., belki de hiç bitiremeyecekti onu. Bazı anlarda bu gerçeği kabul eder gibi oluyordu.

Buna rağmen, daha doğrusu sırf bunun için işe devam ediyordu. Tutunulacak tek dalıydı onun bu şiir. Yoksulluğuna ve yalnızlığına karşı tek direnme aracı.. Sonra, bazan yaratma gücünün de yeniden canlandığını hissettiği anlar oluyordu. Sözgelişi, bu gece; şu iki sigarayı tüttürdükten sonra.. Ciğerleri ve kafası dumanlı, acı gerçeklerle dolu bu dünyadan kendisini sıyırmış, sadece şiir mısralarının bulunduğu bir âleme dalmıştı. Kelimeler belirleniyor ve dengeli bir biçimde dizilmeye başlıyorlardı...

Birden aşağıdaki odalardan birinin kapısının şiddetle vurulduğunu işitti. Daldığı âlemden, gerçek dünyaya uyanmıştı ansızın : Posta! Londra Nimetleri unutulmuştu.

Yüreği deli gibi çarpıyordu. Rosemary’den bir mektup.? Ayrıca, dergilere göndermiş olduğu şu iki şiir de vardı. Belki de onlara bir cevap.. Tam dört gündür yazmamıştı Rosemary. Onu bu kadar üzdüğünü bilseydi, herhalde hiç ihmâl etmezdi. Bu mektuplar ona çok şey ifade ediyordu; Rosemary’nin anlayamayacağı kadar çok şey..