Edward olsun, ister \l. Wilhelm, hastalanan her hükümdar ölmüş, kuşatılmak üzere olan her kent zaptedilmiştir. "Sırf Almanların morali bozulmasın diye gizliyorlar," diye devam etti Bloch. "Aslında önceki gece ölmüş. Babam çok sağlam bir kaynaktan öğrendi." Baba Bloch, sadece çok sağlam kaynaklardan duyduğu haberleri dikkate alırdı; "nüfuzlu tanıdıkları" sayesinde bu kaynaklara ulaşabilme ayrıcalığı bulunduğundan, İspanyol hisse senetlerinin yükseleceğini veya De Beers hisselerinin düşeceğini, haber henüz gizliyken öğrenirdi. Öte yandan, tam o esnada, De Beers yükselir veya İspanyol hisseleri "satışa sunulursa", De Beers'in piyasası "tutarlı ve hareketli"yken, İspanyol'ların piyasası "sallantılı ve durgun" ise, "ihtiyatlı" davranmak gerekiyorsa, sağlam kaynak, sağlamlığından bir şey kaybetmezdi. Dolayısıyla, Bloch, Kayserin ölümünü bize esrarengiz ve bilmiş bir edayla, ama aynı zamanda öfkeyle bildirdi. Robert'in "İmparator Wilhelm" demesi onu özellikle kızdırmıştı. Sanıyorum Saint-Loup da, M. de Guermantes da, idam sehpasında olsalar bile, başka türlü konuşamazlardı. İki yüksek sosyete mensubu, ıssız bir adanın tek sakinleri de olsalar, kimseye terbiyelerini kanıtlamak durumunda olmayacakları halde, bu görgü işaretlerinden birbirlerini tanırlardı; aynı koşullardaki iki Latince uzmanı da, Vergilius'tan doğru alıntılar yapmaya devam ederdi. Saint-Loup, Almanlar kendisine işkence de etse, mutlaka "İmparator Wilhelm" demek durumundaydı. Bu görgü kuralları, her şeye rağmen, zihin açısından müthiş bir engeldir. Bu kurallardan kurtulmayı beceremeyen kişi, bir yüksek sosyete mensubu olarak kalmaya mecburdur. Ne var ki, bu zarif vasatlık –bilhassa barındırdığı gizli cömertlik ve dışa vurulmayan kahramanlıkla birlikte–, Bloch'un hem korkaklık, hem de sahte bir kabadayılık içeren bayağılığıyla kıyaslandığında, çok hoş bir özelliktir; Bloch, Saint-Loup'nun karşısında haykırıyordu: "Sırf Wilhelm desen olmaz mı? Tabii ya, ödün kopuyor, daha buradayken bile, önünde iki büklüm çöküyorsun! Ah! Cephede müthiş askerlerimiz olacak, Almanların postallarını yalayacaklar. Siz resmi geçitte caka satmaktan başka şey bilmeyen apoletleri sırmalılarsınız. İşte o kadar."
Arkadaşımızdan ayrıldıktan sonra, Saint-Loup, gülümseyerek, "Zavallı Bloch, benim ille caka satmaktan başka bir şey yapmamamı istiyor," dedi. Robert'in arzusunun hiç de caka satmak olmadığını anlıyordum pekâlâ, ama o sırada, niyetinin ne olduğunu tam olarak kavrayamamıştım; niyeti daha sonra, süvariler cepheye gönderilmeyince piyade subayı olarak, ardından avcı bölüğünde görev yaptığında ve ileride okuyacağımız gelişmeler sırasında açığa çıkacaktı. Ama Bloch, Robert'in yurtseverliğinin farkında değildi, çünkü Robert bunu katiyen dile getirmiyordu. "Sağlam" olduğuna karar verildikten sonra, kötü niyetli, ordu aleyhtarı fikirlerini itiraf eden Bloch, daha önce, miyopluğu nedeniyle çürüğe ayrılacağını zannettiği sırada, aşırı milliyetçi bir nutuk çekmişti bize. Oysa Saint-Loup bu tür fikirlerini açıkça dile getiremezdi; her şeyden önce, manevi inceliği, fazlasıyla derin ve kendisinin son derece doğal bulduğu duygularını ifade etmesini engellerdi. Annem, bir zamanlar, büyükannem için hiç tereddütsüz canını feda eder, üstelik, bunu yapmasına engel olunsa, müthiş acı çekerdi. Buna rağmen, annemin, "Annem için canımı veririm," türünden bir cümle söyleyebileceğini tahayyül bile edemiyorum. İşte o anda bir Guermantes'tan ziyade (babasını hayalimde canlandırabildiğim ölçüde) bir Saint-Loup olarak gördüğüm Robert'in Fransa sevgisi de aynı derecede örtüktü. Ayrıca, zekâsının bir bakıma ahlâki oluşu nedeniyle de bu tür duyguları ifade etmesi mümkün değildi. Zeki ve gerçekten ciddi, çalışkan kişiler, yaptıkları işin edebiyatını yapan, yücelten insanlardan hazzetmezler. Robert'le ne lisede, ne de Sorbonne'da beraber okumuş, ama ayrı sınıflarda, aynı hocaların derslerine girmiştik (Saint-Loup'nun tebessümünü hiç unutmam); bu hocalar, diğerlerinden bazıları gibi dikkate değer konferanslar verdiklerinde, dâhi geçinmeye kalkışırlar ve kuramlarına iddialı isimler takarlardı. Bu hocalardan söz etmeye başladığımız anda, Robert kahkahalarla gülmeye koyulurdu. Doğal olarak, içgüdüsel tercihimiz, Cottard ve Brichot gibilere yönelik değildi, ama eski Yunanca'yı veya tıbbı derinlemesine bilen ve bunu şarlatanlığa mazeret olarak kullanmayan kişilere saygı duyardık. Dediğim gibi, bir zamanlar annemin her hareketi, annesi için canını feda edebileceği duygusundan kaynaklandığı halde, bu duyguyu kendi kendine asla itiraf etmemişti, hele başkalarına itiraf etmeyi, anlamsız ve gülünç bulmanın ötesinde, kaba ve ayıp bir şey olarak görürdü; aynı şekilde, bana teçhizatından, yapması gereken alışverişlerden, savaşı kazanma ihtimalimizden, Rus ordusunun zayıflığından, İngiltere'nin ne yapacağından bahseden Saint-Loup'nun, en sevilen bakanın bile, kendisini heyecanla, ayakta alkışlayan milletvekillerine söylediği en güzel cümleyi dahi telaffuz edebileceğini düşünemiyorum.
1 comment