de Charlus gibi kalınlaştırıp yavaşlatmamış, aksine, tam zıt yönde bir değişim yaratarak, eskisine oranla çok daha rahat ve esnek bir görünüm kazandırmış, –evlendiğinde ordudan istifa ettiği halde– bir süvari subayına benzetmişti. M. de Charlus ağırlaştıkça, Robert, aynı kusurun zıt etkisi sonucu, iyice incelip hızlanmıştı (evet, barondan çok daha gençti şüphesiz, ama onun, tıpkı gençliğin birçok özelliğini birden koruyamayacaklarını ve endamın gençliği en iyi temsil edecek özellik olduğunu düşünüp bedenleri uğruna, kararlı bir şekilde çehrelerini feda eden ve belli bir yaştan sonra Marienbad'dan ayrılamayan kadınlar gibi, yaşlandıkça idealindeki görünüme daha da çok yaklaşacağı seziliyordu). Bu çeviklik, ayrıca çeşitli psikolojik nedenlerden de kaynaklanıyordu: görülme korkusu, korkuyormuş gibi görünmeme arzusu, kendinden memnuniyetsizliğin ve sıkıntının yol açtığı hummalı telaş. Girip çıkarken görülmek istemediği bazı kötü şöhretli yerlere gitmeyi alışkanlık edindiğinden, buralara, o sırada yoldan geçebilecek kişilerin düşmanca bakışlarına asgari derecede hedef olacak şekilde, saldırıya geçercesine, hızla dalardı. Rüzgâr gibi hareket etmek, onda alışkanlık haline gelmişti. Ayrıca, korkmadığını göstermeye çalışan ve kendine düşünecek zaman tanımak istemeyen kişinin yüzeysel gözüpekliğini de simgeliyordu belki. Çözümlememizi tamamlamak için, yaşlandıkça genç görünme arzusunu ve hattâ, yeteneklerini geliştirmeden yaşadıkları görece aylak hayata göre fazla zeki olan, daima sıkkın, bıkkın insanların sabırsızlığını da hesaba katmamız gerekir. Hiç şüphesiz, bu tür insanlarda bile aylaklık, gevşeklikte ifade bulabilir. Ne var ki, jimnastik bunca rağbet görmeye başladığından beri, aylaklık, spor yapılan saatlerin dışında bile sportif bir biçime büründü; artık aylaklık, gevşeklikte değil, can sıkıntısının gelişmesine zaman ve yer tanımamayı amaçlayan telaşlı bir hareketlilikte ifade buluyor.
Hafızamda, hattâ gayri iradi hafızamda bile, Albertine'e aşkımdan eser kalmamıştı. Ama görünüşe bakılırsa, uzuvların da bir gayri iradi hafızası mevcut ve diğerinin silik, kısır bir taklidi olan bu hafıza, insandan daha uzun ömürlü, zekâdan yoksun kimi hayvan ve bitkiler gibi, daha uzun süre yaşıyor. Bacaklarımız ve kollarımız, uyuşuk hatıralarla dolu. Bir keresinde, Gilberte'in yanından oldukça erken saatte ayrılmıştım; gece yarısı Tansonville'deki odamda uyandım ve yarı uykulu halde, "Albertine," diye seslendim. Albertine'i düşünmemiş, rüyamda görmemiş, Gilberte'le karıştırmamıştım; kolumda tomurcuklanan bir hatıra, tıpkı Paris'teki odamda olduğu gibi, arkamdaki zili aratmıştı bana. Zili bulamayınca, eskiden birçok akşam birlikte uyuduğum merhum sevgilimin yine yanımda yattığını zannetmiş, Françoise gelinceye kadar yeterince vakit geçeceği için benim bulamadığım zili Albertine'in çalmasında bir sakınca olmayacağını düşünmüş ve "Albertine," diye seslenmiştim.
Robert –en azından o tatsız dönem boyunca– çok daha katı olmuştu; arkadaşlarına, örneğin bana karşı neredeyse hiç duyarlılık göstermiyordu. Buna karşılık, Gilberte'e yönelik sahte, hattâ gülünç denebilecek bir duyarlılık sergilemesi hiç hoş değildi. Aslında Gilberte'e karşı kayıtsız sayılmazdı. Hayır, Robert karısını seviyordu. Ama ona sürekli yalan söylüyordu; yalanlarının özü olmasa da, yalancılığı sürekli ortaya çıkıyordu. O da bu durumu telafi edebilmek için, Gilberte'i üzmekten duyduğu gerçek kederi gülünç ölçüde abartıyordu. Tansonville'e geliyor, ertesi sabah, o yöreden bir beyefendi Paris'te bir iş görüşmesi için sözde kendisini beklediğinden dönmek zorunda olduğunu söylüyordu; ne var ki Robert'in bu konuda uyarmayı ihmal ettiği beyefendi, aynı gece Combray yakınlarında karşılaştıklarında, bir ay dinlenmek üzere memleketine döndüğünü ve Paris'e ancak ondan sonra gideceğini söyleyerek, istemeden yalanı ortaya çıkarmış oluyordu. Bu gafın üzerine Robert kızarıp bozarıyor, Gilberte'in hüzünlü, gururlu tebessümünü görüyor, adama hakaret edip başından savıyor, karısından önce eve dönüyor, ona acıklı bir not yazıp, kendisini üzmemek için, açıklayamayacağı bir nedenden ötürü gittiğinde onu sevmediğini zannetmesin diye yalan söylediğini bildiriyor (yazdıkları Robert'in gözünde yalan olmakla birlikte, özünde doğruydu), sonra karısının odasına girmek için izin istiyor ve hem gerçekten üzülerek, hem bu yaşayışına sinirlenerek, hem de her defasında daha cüretkâr numaralar yaparak hıçkırıklara boğuluyor, soğuk sulara dalıyor, yakında öleceğinden dem vuruyor, bazen fenalaşmış gibi yere kapaklanıyordu. Gilberte ona ne kadar inanması gerektiğini bilemiyor, tek tek her olayda yalan söylediğini, ama genelde sevildiğini düşünüyor, kocasının, belki bilmediği bir hastalığı olduğu için yakında öleceği yolundaki sezgisinden ötürü endişeleniyor ve bu yüzden de onunla zıtlaşıp seyahatlerinden vazgeçmesini istemeye cesaret edemiyordu.
Morel'in, Bergotte'un yanı sıra, ister Paris'te olsunlar, ister Tansonville'de, Saint-Loup'ların evinde daima evin oğlu gibi ağırlanmasına ise hiç anlam veremiyordum. Morel'in Bergotte taklidi olağanüstüydü. Hattâ bir süre sonra, taklit yapmasını rica etmeye bile gerek kalmamıştı. Şu veya bu kişiliğe bürünmeleri için uyutulmaları zorunlu olmayan isterikler gibi, ansızın, kendiliğinden Bergotte şahsiyetine bürünüyordu .
Geçmişte M. de Charlus'ün Jupien için, şimdi de Robert de Saint-Loup'nun Morel için yaptıklarına şahit olan Françoise, bunun Guermantes'larda bazı nesillerde ortaya çıkan bir özellik olduğuna hükmetmemiş, bütün ahlâkçılığına ve önyargılarına rağmen, –Legrandin'in Theodore'a yardımlarını da göz önünde bulundurarak– evrenselliği nedeniyle saygı gösterilmesi gereken bir âdet olduğu sonucuna varmıştı. Delikanlılardan söz ederken, ister Morel olsun, ister Theodore, "Kendisine hep ilgi gösteren ve çok yardım eden bir beyefendi buldu," derdi daima. Bu durumlarda hami konumundaki kişi, seven, acı çeken, affeden kişi olduğu için de, Françoise hamiyle baştan çıkardığı genci karşılaştırınca, hiç tereddütsüz hamiyi bir kahraman, "iyi kalpli" bir insan olarak görürdü. Yine hiç tereddüt etmeden, Legrandin'e nice dolaplar çevirmiş olan Theodore'u kınardı, ama ilişkilerinin niteliği konusunda en ufak bir şüphe beslemediğinden olsa gerek, hemen ardından eklerdi: "Sonra delikanlı kendisinin de biraz fedakârlık yapması gerektiğini anladı, 'Beni yanınıza alın, sizi sevip şımartırım,' dedi; deli dolu Theodore'un, onun yanında belki hak ettiğinden fazlasını bulacağı kesin, o kadar iyi kalpli bir beyefendi ki, Jeannette'e (Theodore'un nişanlısı) kaç kere söyledim: 'Bak yavrum, başınız sıkışırsa doğru bu beyefendiye gidin.
1 comment