Böylesi bir zaman uzayında[1] ortak düşmanımızı atlattığımın –ya da atlatmaktan ziyade, ıskaladığımın– farkına henüz dün vardım.
Bana sorarsanız son cümledeki “zaman uzayı” ifadesi dikkate değer. Wells bunu üzerinde çok da düşünmeden, aklında yalnızca o haftaki yazısı karşılığında alacağı çekle alelacele yazıp geçmiş olabilir; ama bu durum söz konusu ifadenin yazarın haznesindeki yüklü kelimelerden olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Wells bu yazısından yalnızca iki yıl sonra hikâyelerini Tales of Space and Time [Uzay ve Zaman Öyküleri] adını verdiği derlemesinde toplayacak; Zaman Makinesi’nin çekirdeğini oluşturan ve yeni bir kavram olan dördüncü bir boyut olarak zaman kavramıyla engin uzayın kapısını aralayacaktı.
Wells, “Ben Nasıl Öldüm”de 1887’de futbol oynarken geçirdiği bir kaza sonucu oluşan kanamayı anlatır. Balgamında kan gördüğünde neler hissettiğinden, doktoru ona, Wells’in ifadesiyle, “ölüme mahkûm bir adam” olduğunu söylediğinde verdiği tepkiden bahseder. Tıp bilimi yazarın “ölüm fermanını” yenileyip durur; ancak dört aylık bir arpacı kumrusu gibi düşünme döneminin ardından ölme fikri “tazeliğini kaybeder” ve yazar bu fikri aklından çıkarır. Makalede sergilediği kayıtsızlığa rağmen, bizler yazarın on altı yaşındayken bir manifaturacıda çalıştığı günlerde intihara meylettiğini ve bu meylin ömrünün sonuna kadar peşini bırakmadığını pekâlâ biliyoruz.[2] Yazarın 1887’de, “ölüm fermanını” aldıktan hemen sonra Zaman Makinesi’nin çok sayıdaki taslağından biri olan “Kronik Argonotlar” üzerine çalışmaya başladığından da haberdarız.[3] Yazarın, doktorların ona biçtiği o kısa “zaman uzayını” artırmak için zaman makinesi fikrinden medet ummuş olabileceğini düşünmemek elde değil.
Zaman Makinesi, Wells’in anlatıcısının ustalıkla açıkladığı gibi, zaman yolculuğunun teorik açıdan mümkün olduğu önermesi üzerine kurulu. Bu olasılık pek çok eleştirmence tartışıldı; ancak, bana sorarsanız, önermeye karşı getirilen en sağlam itiraz, Israel Zangwill’in Pall Mall Magazine’in Eylül 1895 sayısına yazdığı yazıda dile geliyor: Zamanda birkaç yıldan fazla ileri gitmek, kişinin kendi ölümüne gitmesidir.[4] (Zaman makinesinin de kendi ölümüne gideceğini söyleyebiliriz; neticede metal yorulması ve paslanma çoğunlukla insan bedeninin zayıf düşüp bozulmasından daha hızlı süreçlerdir.) Wells bu kitabı yazarken, yaratıcılık düzeyinde de olsa, kendi ölümünün ötesine geçmeyi öğreniyordu. Şimdiki zamanda geçen hikâyesi “Kronik Argonotlar”ı yazarken bu “öte”yi taşıyacak gücü henüz yoktu. Zaman Makinesi’nin bu ilk versiyonunda Papaz Elijah Cook istemeyerek gittiği gelecekten dönerken resmedilir, ama o gelecekte neler yaşadığını bir türlü öğrenemeyiz. Wells’in arkadaşları hikâyenin ani sonundan şikâyet ettiklerinde, Wells içlerinden birine (Elizabeth Healey’ye) “Kronik Argonotlar”ı yazarken gayet ciddi olduğunu, hikâyenin devamının geleceğini söyler; son Delfi kâhininin sesi olacaktır bu, üstelik tripotu da[5] hâlâ sağlamdır.[6]
Ancak hikâyenin devamı Zaman Makinesi 1894 ve 1895’te üç farklı şekilde yayımlanıncaya dek gelmeyecekti. Nihayet kitap formatında basıldığında, hikâye en az altı kez baştan yazılmıştı.[7] Wells’in, zaman makinesi fikrinin bariz bir şekilde gerektirdiği gelecek hikâyesini kurmakta bu kadar tereddüt etmesi enteresan. Zaman Makinesi’ni şekle sokmak için bunca taslak neden gerekliydi? Bu soruya verilebilecek en basit cevap, Wells’in bir romancı ve gazeteci olarak hâlâ ustalaşma sürecinde olmasıydı; dolayısıyla müthiş parlak bir fikrin alabildiğine hantal bir şekilde işlendiği “Kronik Argonotlar”la Zaman Makinesi’nin son hali arasındaki uçurum, olağan bir edebi çıraklık sürecini yansıtıyor olabilir. Ama ben bu çıraklık döneminin çok daha kişisel ve özel olduğunu ileri süreceğim. Zaman Makinesi iyi bir işçilik örneği olmanın ötesinde, geleceğe bakan bir roman, bir deha eseridir. Wells kendisinden son Delfi kâhini diye bahsederken, genç bir adamken sık sık yaptığı gibi, mütevazı bir edayla kendisiyle dalga geçiyordu; ama biz onun sözlerini olduğu gibi almayı deneyebiliriz. Wells gerçekten de bir kâhin oldu; ömrü boyunca gelecekten haberler verip dünya çapında bir şöhret yakaladı. Kâhinlik hafife alınabilecek, güle oynaya yapılabilecek bir iş değildir. Yirminci yüzyılın önde gelen edebiyat eleştirmenlerinden I. A. Richards’ın sözleriyle:
Geleneksel ve kaçınılmaz bir şekilde, kâhinler titrer. Üstlerinde iki büyük yük vardır: Hem kelimeleriyle geleceği yönlendirmek, hem de gerçek birer kâhin olmak zorundadırlar. Sahte bir kâhin olmanın cezası, hepimizin malumu olduğu gibi, taşlanarak öldürülmektir.[8]
Wells çıraklık dönemindeki bir kâhin olarak dünyanın ölümünü, insanlığın sonunu önceden görmüştü. Bayan Healey’ye yazdığı gibi, bu işin şakası yoktu.
“Kronik Argonotlar”da Wells’in “eksoterik” ve “ezoterik” dediği iki anlatı vardır. Eksoterik ya da dışsal anlatı “yazar” (Wells) tarafından anlatılırken ezoterik ya da içsel anlatı eksik ve parçalı bir şekilde Papaz Elijah Cook’un dilinden aktarılır. Zaman makinesinin ya da “Kronik Argo”nun mucidi Nebogipfel hikâyeye hiç karışmaz; Elijah Cook’la sohbetleri esnasında zaman yolculuğunun ilkelerini açıklamakla yetinir. Zaman Makinesi’nin National Observer (1894) versiyonunda ise, Zaman Yolcusu adını alan Nebogipfel’in lafı dinleyicileri tarafından durmaksızın kesilir. Felsefi argümanlarla karışık anlatısı eleştirilerle ve şüpheci feveranlarla bölünür; Wells’i hayal gücünü kanatlandırmaktan alıkoyan bir şey vardır sanki. Hikâye anlatımı da baştan savmadır. Ancak son versiyonda Wells nihayet kendini özgür bırakır ve Zaman Yolcusu’nun eşliğinde geleceğe doğru yol almaya başlamamızla birlikte, tütün odasında geçen muhabbetler uzun süre askıya alınır. Kâhinin sesi çağlar en sonunda.
1 comment