Toprak bari fazla ıslak olmasaydı! Battaniyeme vurdum, açıkta uyumak düşüncesine kendimi yavaş yavaş alıştırıyordum. Şehirde barınacak bir yer bulacağım diye bunca zaman kendimi öyle üzmüştüm ki, bıkmış, bezmiştim artık. Yatışmak, kendimi talihe terk etmek, caddelerde kafam kaygıdan azade yürümek bir hazdı benim için. Gidip üniversite saatine baktım, onu geçiyordu; oradan şehrin yukarısına giden yola saptım. Maegdeugen'de bir yerde bakkal dükkanı önünde durdum, vitrine çeşitli yiyecekler konmuştu. Vitrinde bir kedi duruyor, bir francalanın yanında uyuyordu; az geride bir çanakta yağ, bardaklarda bulgur vardı. Durdum, bir müddet bu yiyeceklere baktım, ama param olmadığı için döndüm, yürüyüşüme devam ettim. Çok yavaş yürüyordum, Majorsten'i geçtim; boyuna gidiyor, saatlerce gidiyordum. Nihayet Bogstad ormanına vardım.

Yoldan ayrılıp ormana daldım, dinlenmek için oturdum. Sonra münasip bir yer aramaya koyuldum; biraz funda ve ardıç dalı topladım, oldukça kuru küçük bir tümsekte kendime bir yatak yaptım, paketi açıp battaniyemi çıkardım. Uzun yürüyüşten yorulmuş, bitmiştim; hemen yattım. Bir hayli sağa sola döndüm, derken yerimi buldum. Kulağım hafif sancıyordu, at arabasındaki adamın kamçısından şişmişti biraz; üzerine yatamıyordum. Ayakkabılarımı çıkardım, basımın altına koydum, üzerlerine büyük paket kağıdım serdim.

Ve karanlık çepçevre etrafımda pusudaydı; her taraf sessizdi, her şey sessiz. Ama yukarda ebedi musiki, hava, asla susmayan uzak ve sessiz uğultu devam ediyordu. Bu sonsuz, hasta mırıltıya uzun müddet kulak verdim; derken zihnim bulanmaya başladı; şüphesiz, üzerimde yuvarlanan, dünyaların senfonisiydi bu; bir şarkıya bağlamış yıldızlardı...

"Buna boş veri" dedim ve kendimi cesaretlendirmek için yüksek sesle güldüm. "Kanaan'daki baykuşlar bunlar!"

Ayağa kalktım, sonra yine yattım, ayakkabılarımı giyip karanlıkta dolaştım, sonra yine yattım, öfke ve korku içinde gün ışıyana kadar boğuştum, çekiştim, sonunda uyuya kaldım.

Gözlerimi açtığımda güpegündüzdü ortalık; öğlen olmuş gibime geldi. Ayakkabılarımı  giydim, battaniyeyi tekrar paket yaptım, şehrin yolunu tuttum. Bugün de güneş yoktu, bir köpek gibi donuyordum, bacaklarım ölüydüler, gün ışığından rahatsız oluyorlarmış gibi gözlerim yaşlanıyordu.

Saat üç olmuştu. Açlık enikonu dayatmaya başlamıştı; bitkindim; yürüyor, orada burada gizlice öğürüyordum. Yolu değiştirdim, aşevine gidip levhadaki yemek listesini okudum; salamura et ve domuz fümesi benim yiyebileceğim şeyler değil gibilerden poz alıp omuz silktim. Oradan istasyon meydanına geldim.

Birdenbire acayip bir baş dönmesine tutuldum; yürüdüm, aldırmamak istedim, fakat çoğaldıkça çoğaldı; sonunda bir merdiven basamağına oturmak zorunda kaldım, içimde bir değişme uluyordu; bir şey kenara kayıyor, beynimde bir perde, bir kumaş yırtılıyordu sanki. Bir kaç kere derin nefes aldım, şaşkın olduğum yerde kaldım. Kendime hakimdim, kulağımın hafif zonkladığını açıkça hissediyordum; bir ahbabım geçiyordu, hemen tanıdım, kalkıp selam verdim.

Öbürleri yanına eklenen bu yeni ve azaplı duygu da ne oluyordu? Toprak üstünde yatmanın neticesi miydi, yoksa hâlâ kahvaltı etmemiş olmamdan mı ileri geliyordu? Aslında bu şekilde yaşamak, çok manasızdı zaten. Bu eşi bulunmaz cezaları ne yapıp da hak ettiğimi yemin ederim anlayamıyordum. Birdenbire aklıma, işi dolandırıcılığa vurmak, battaniyeyi "Amca"nın deposuna götürmek geldi. Battaniyeyi rehin bırakıp bir kron alabilir, bununla üç öğün karnımı doyurabilir, bir başka çare bulana kadar belimi doğrultur, Hans Pauli'ye de bir yalan uydururdum. Deponun, yolunu tutmuştum ki, giriş kapışırım önünde durdum, başımı salladım, geri döndüm.

Beni oradan uzaklaştıran her adımda, içimdeki ifriti yenmiş olmama daha çok seviniyordum. Namuslu bir insan, olduğumun şuuru, beynime vuruyor, karakter sahibi oluşum, gönlümü yüce bir duyguyla dolduruyordu: gemi leşlerinin yüzdüğü bulanık insanlık denizinde bembeyaz bir fenerdim ben. Bir öğün karnımı doyuracağım diye başkasının malını rehine vermek, bu para ile ziflenmek, kendimi rezil etmek, kendi yüzüme karşı bir dolandırıcı olduğumu söylemek, kendi gözlerimi kendimden kaçırmaya mecbur kalmak...