Kahve civarında oyalanıyor, demir parmaklık boyunca gidip geliyor, kapıdan girip çıkanları gözetliyordum. Nihayet, saat sekize doğru, delikanlının caddenin aşağısından doğru geldiğini, kahveye ilerlediğim gördüm. Göğsümde kalbim, bir küçük kuş gibi çırpınmaya başladı; selamsız sabahsız, deli gibi, üzerine yürüdüm.

- Yarım kron ver, dostum!, dedim, küstahça bir tavır takındım. "Buyurun karşılığım", ve küçük paketi eline tutuşturdum.

- Yok ki!, dedi. "Yok vallahi!" Para çantasını gözlerimin önünde baş aşağı etti. Dün akşamı dışarıda geçirdim, beş param kalmadı, inan olsun, yok!

- Tabii, azizim, tabii, olur a!, cevabını verdim ve inandım dediklerine. Böyle önemsiz bir şey için yalan söyleyecek değildi ki! Hem ceplerini arayıp da bir şey bulamayınca, mavi gözleri yaşarmıştı adeta. Geri çekildim. "Affedersiniz!"dedim. "Biraz darda idim de."

Caddeye aşağı yürüyordum ki, paket için arkamdan seslendi.

- Kalsın, kalsın!, diye cevap verdim. "Size bağışlıyorum. Ufak tefek, değersiz şeyler. Dünya malım hemen hemen bundan ibaret!"

Akşamın alaca karanlığında ümitsiz yankılanan kendi sözlerim, dokundu bana; ağlamaya başladım.

Rüzgar esiyor, gökte bulutlar hızla kayıp gidiyorlar, karanlık bastıkça serinlik artıyordu. Cadde boyunca hem yürüdüm, hem ağladım; kendime gittikçe daha çok acıyordum; defalarca tekrarladığım birkaç kelime, bir feryat, diner gibi oldukça göz yaşlarım yeniden akıtıyordu: "Rabbim, Allah'ım, ne kadar bedbahtım! Rabbim, Allah'ım, ne kadar bedbahtım!"

Bir saat geçti; bitip tükenmek bilmeyen, yavaş ve uyuşuk bir saat. Torv caddesinde durdum bir müddet, merdivenlere oturdum, birisi geçerken giriş kapılarının aralıklarına gizlendim, gözlerimi, dalgın, pırıl pırıl bakkal dükkanlarına diktim; bu dükkanlarda insanlar, ellerinde eşyalar, paraları, oradan oraya kayıp gidiyorlardı. Nihayet kilise ile pazar yeri arasında bir tahta yığını gerisinde muhafazalı bir yer buldum.

Hayır, bu gece artık ormana gidemezdim, ne olursa olsun; o uzun yolu yürümeye kuvvet yoktu bende. Bu geceyi de böylece geçirmek, olduğum yerde kalmak istiyordum; fazla soğuk olursa kalkıp biraz kilise civarına gidebilirdim; bunu gözümde büyütmek niyetinde değildim. Arkama yaslandım, hafif tertip uyumaya başladım.

Çevremdeki gürültü dindi, dükkanlar kapandı, yayaların ayak sesleri gitgide seyrekleşti, pencerelerde ışıklar gittikçe söndü...

Gözlerimi açtım, karşımda birisi duruyordu; bana doğru ışıldayan parlak düğmelerden bunun bir polis olabileceğini düşündüm; yüzünü seçemiyordum.

- Merhaba!, dedi.

- Merhaba!, dedim ve korktum. Şaşkın, ayağa kalktım.

Adam hareketsiz kaldı bir müddet.

- Nerede oturuyorsunuz?, diye sordu.

Eski alışkanlıkla, düşünmeden, çıktığım yerin adresim verdim, küçük tavan odasını söyledim.

Bir müddet yine öylece durdu.

- Bir kusur mu işledim?, diye sordum, çekinerek. "Yo, hayır!" cevabım verdi. "Fakat yerinize gitseniz iyi olur, hava çok soğuk, burada yatmanız doğru değil." "Evet, serin, hissediyorum." Dedim.

İyi geceler dileyip içgüdümle eski odamın yolunu tuttum. Dikkatli yürürsem, duyulmadan yukarıya çıkabilirdim şüphesiz; topu topu sekiz basamaktı, yalnız en yukarıdaki iki basamak, gıcırdıyordu basınca.

Sokak kapısında ayakkabılarımı elime aldım, yukarıya öyle çıktım, Sessizdi her taraf. Üst katta bir saatin yavaş tiktaklarını, bir çocuğun hatiften ağlayışını duydum, sonra hiçbir şey duymaz oldum. Odamın kapısını buldum, rezelerinden kaldırdım hafifçe; eski alışkanlık, anahtarsız açtım, odaya girdim, kapıyı yine sessizce kapadım.

Her şey bıraktığım gibiydi; pencerelerde perdeler açık, yatak boş duruyordu. Karanlıkta masa üzerinde bir kağıt gördüm, ev sahibime yazdığım tezkere olacaktı; demek kadın, ben başımı alıp gideli beri bu odaya çıkmamıştı hiç. Masadaki beyazlığı elimle yokladım, bunun bir mektup olduğunu hissederek şaşırdım. Bir mektup ha? Alıp pencere yanma gittim; karanlıkta çıkarabildiğim kadar, okunaksız harfleri sökmeye çalıştım; nihayet ismimi okuyabildim. Sok oldum, ev sahibinin cevabını okuyunca. Tekrar gizlice girmek istediğim takdirde, bu odaya bir daha ayak basamayacağımı bildiriyordu.

Ve yavaşça, gayet yavaş, tekrar odadan çıktım; ayakkabılarım elimde idi, mektup öbür kağıtların yanında, battaniyem koltuğumda. Usulca yürüdüm, gıcırdayan basamaklarda dişlerimi sıktım, sağ selamet basamaklardan inip sokak kapışım buldum.

Ayakkabılarımı giydim, bağlarını yavaş yavaş bağladım, bu işi bitirince biraz da oturdum hatta; hiçbir şey düşünmeden, elimde mektup, önüme bakıyordum, sonra kalktım, sokağa çıktım.

İlerde bir havagazı feneri, etrafa cızırtılı ve titrek bir ışık serpiyordu; fenerin yanma gittim, paketimi fenere dayadım, mektubu açtım; her hareketi gayet yavaş yapıyordum.

Bağrımdan sanki bir ışık seli geçti; bir hayret nidası kopardığımı duydum, manasız bir sevinç nidası: Mektup, yazı işleri müdüründen geliyordu.