Önceden bildirdiği günde ölünce Kralın nasıl şaşıracağını, konukların nasıl dehşete düşeceğini kafasında canlandırdı. Ölümünün komedisini kılı kırk yararak hazırladı, yeni yeni konuklar çağırdı, harcamaları iki katına çıkardı, ani ölümünü daha da hissedilir kılmak amacıyla bu son günlerin debdebesini bir sanat yapıtı ortaya koyarcasına hazırladı. Önüne çıkan her fırsatta ölümünün kehanetini sürekli gündeme getirdi, ama her seferinde neşenin pırıltılı perdesini bu görüntünün üstüne örttü, bu haberi herkesin bilmesini ama kimsenin inanmamasını istiyordu. Ölümü, onun adını unutulmazlar katına çıkarmalıydı yine, kendisini oradan aşağı indiren kral olmuştu.

Değişmesi olanaksız kararını uygulamasına iki gün kala, son balosunu verdi, hepsinin içinde en debdebelisiydi bu. İran’dan ve öteki İslam ülkelerinden Paris’e elçiler geleli beri, Doğu modası başlamıştı, Doğu’nun kitaplarına benzer kitaplar yazılıyor, masallarla destanlar anlatılıyor, Arap giysileri giyiliyor ve süslü püslü konuşma tarzına öykünülüyordu. Bayan de Prie inanılmaz paralar harcayarak bütün şatoyu bir Doğu sarayına benzetmişti. Yerlere değerli halılar serilmiş, pencerelerde, gümüş zincirlerin ucuna cırlak papağanlar, beyaz tüylü kakatuvalar asılmıştı, türbanlı, geniş paçalı ipek şalvarlar giymiş uşaklar koridorlarda koşuşturuyorlar, o sıralarda kimsenin tanımadığı Türk tatlılarını ve içeceklerini, gözleri bunca debdebeden kamaşmış konuklara sunuyorlardı. Bahçede renkli çadırlar kurulmuştu, ellerindeki geniş yelpazeleri sallayan delikanlılar ortalığı serinletiyor, koruluğun diplerinden müzik sesi geliyordu; bu akşamı masalsı ve unutulmaz kılmak için elden gelen yapılmıştı; o gece yıldız dolu gökyüzünde pırıl pırıl parlayan hilal, hayal gücünün planlı oyununa yardımcı oluyor, Boğaz kıyısındaki bir gecenin gizemli yoğunluğunu yaratıyordu.

Ama asıl sürpriz, kırmızı kadife perdeli bir sahnenin bulunduğu oldukça geniş bir çadırdaydı. Bayan de Prie, ününün, güzelliğinin bütün görkemiyle konukların yanında boy göstermek için komedi oynamaya karar vermişti: Bu onun, en son ve en güzel aldatmacası olacaktı, ölümünden önce son bir kez yaşamının bütün neşesini, bütün tasasızlığını insanların üzerine yansıtacaktı. Ölümünden önceki son birkaç günde, bir şaire bir eser ısmarlamıştı, şair bunu Bayan de Prie’nin isteğine göre hazırlayacaktı. Zaman dar, şiir de kötüydü, ama bunun bir önemi yoktu. Trajedi, Doğu’da geçiyordu, kendisi de Zengane rolünde olacaktı, malı mülkü düşmanların eline geçen genç bir kraliçeydi Zengane, kendisini yenen iyi yürekli kişi ona karısı olup bütün malını mülkünü paylaşmasını teklif etmiş olsa da kraliçe başı dik ölüme gidiyordu. Bayan de Prie böyle bir koşul koymuştu: Kendi isteğiyle ölmeden önce, bir şeyden habersiz o insanların önünde ölümünü oynayacaktı. Olay şuydu: Salt oyunda bile olsa, geçmişini bir kez daha yaşamak istiyordu, bir kez daha kraliçe olmak, bunun için doğmuş olduğunu ve gücü elinden alınınca ölmesi gerektiğini göstermek istiyordu.

İnsanların kendisini göreceği o son akşamda, güzel olmak, bir kraliçe gibi görünmek istiyordu; geçmiş hayatını görünmez bir taçla süslemeliydi; bütün kutsal şeyleri çevreleyen saygı ve huşunun, kendi adının çevresinde de olmasını arzuluyordu. Çökük yanaklarını makyajla gizledi, kabarık Doğu giysileri zayıflığını gözlerden sakladı, saçlarında, nemli bir sabah, koyu renkli bir bitkinin üstünde parlayan çiğ taneleri gibi parlayan değerli taşlar yorgun gözlerine ışık saçıyordu. Saygı ve şaşkınlık içinde bekleşen halkın arasında, içinde kabaran tutkunun alabildiğine artırdığı bir ışıltıyla, uçuşan perdelerin arkasından uşakların eşliğinde göründüğünde, davetlilerin arasında bir fısıltı dolaştı. Kalbi deli gibi çarpıyordu: O acı haftalardan beri ilk kez, yaşamını onca uzun zaman dolduran o güzel hayranlık dalgasının kendisine doğru geldiğini hissediyordu, içini harika bir duygu sardı, hüzünlü bir neşeyle karışık tatlı bir özlem, büyük bir mutluluğa doğru akıp duran bir pişmanlık. Önünde dalgalar çatladı, artık insanları teker teker göremiyordu, gördüğü bir kütleydi, belki konuklarıydı belki de bütün Fransa, belki kendisinden sonraki kuşaklar, belki de sonsuzluk. Onunsa duyduğu yalnızca inanılmaz bir mutluluktu, dorukta durmanın, bir kez daha dorukta, gıpta edilerek, hayran olunarak, bütün bu adsız gözlerdeki meraklı, parlak bakışlar altında olmanın mutluluğu; ve sonunda, en sonunda, onca zaman sonra, tekrar yaşadığını, hayatta olduğunu bilmek. Bu bir saniyelik yaşamanın bedelinin ölüm olması hiç de fazla sayılmazdı.

Müthiş rol yapıyordu, oysa daha önce hiç böyle bir şey yaptığı olmamıştı. Korku, dehşet, utanç, çekingenlik gibi duyguları başkalarının önünde açığa vurmaktan insanları engelleyen her şeyi bir kenara atmıştı, her şeyle oynuyordu o. Kraliçe olmak istiyordu, bir saat boyunca oldu da. Yalnızca şu cümleyi söylerken bir an soluksuz kaldı:

“Je vais mourir, oh ne me plaignez pas!”, çünkü bunu söylerken hayattaki en önemli arzusunu dile getirdiğini biliyordu; öte yandan, insanlar aldatılmalarına izin vermeyecekler diye, kendisini tutacaklar, uyaracaklar, engel olacaklar diye de korkuyordu. Ama özellikle de bu haykırıştan sonra durunca, karşısındakiler onun oyununu son derece inandırıcı buldular ve seyircilerin arasında bir ürperti dolaştı. Bayan de Prie elindeki hançeri tutup göğsüne indirdiğinde, yere yığıldığında ve dudaklarında bir gülümsemeyle kendinden geçer gibi olduğunda, yani oyun sona erdiğinde, ki aslında yeni başlıyordu, herkes onun başına üşüştü, onu alkışladılar, öyle bir coşkuyla kutladılar ki onu, böylesine iktidarının en güçlü günlerinde bile tanık olmamıştı.

Ama bütün bu gürültü patırtı karşısında o gülümsemekle yetindi. Zengane’nin ölümünü kusursuz bir biçimde canlandırdığı söylenerek kendisine iltifat edildiğinde de sakince, “Nasıl ölüneceğini bilmemeli miyim yani?” dedi. “Ölüm zaten benim içimde, öbür gün her şey bitmiş olacak.”

Yine güldüler. Ama bu artık ona acı vermedi.

Bayan de Prie, kendisine hayran kalan bütün bu insanları kandırmış olmaktan dolayı acılarından, dertlerinden uzaklaşıp çocuksu, aşırı bir sevinçle dolmuştu, ister istemez o da kahkahalara katıldı. Eskiden yalnızca insanlarla ve iktidarla oynardı; şimdiyse ölümden daha eğlenceli bir oyuncak olmadığını fark ediyordu.

Ertesi gün, yaşamının son gününde, konukların hepsi ayrıldı. Ölümü bir başına karşılamak istiyordu.