İkisi de birbirinden nefret ediyordu, çünkü ikisi de karşısındakinden yararlanmak amacındaydı. Bayan de Prie kendini zorladı. Sesi titremiyordu.
“Dün Berlington Dükü, benden kendisine bir sekreter bulup bulamayacağımı sordu. Bu görevi istiyorsan yarın eline bir mektup verip Paris’e, onun yanına gönderebilirim seni.”
Delikanlı ürperdi. Yüzüne kibirli bir ifade oturtmuştu; kadın kendisini isterse, lütufta bulunurcasına, tenezzül edercesine davranmaya hazırlanmıştı. Ama şimdi planı suya düşmüştü. Gözünü hırs bürüdü. Gözlerinin önünde Paris belirmişti.
“Hanımefendi lütfederlerse... ben, benim için bundan büyük mutluluk olamaz,” diye kekeledi. Gözlerinde dayak yemiş bir köpeğin yalvaran ifadesi vardı.
Kadın başını salladı. Sonra genç adama baktı; hükmeden ama yine de yumuşak bakışlarla. Genç adam anlamıştı. Her şey eskisi gibi olacaktı...
Bu sımsıcak gecenin bir tek saniyesinde bile Bayan de Prie genç adamdan nefret ettiğini, onu aşağıladığını, aldatmakta olduğunu aklından çıkarmadı –çünkü Berlington Dükü diye biri yoktu– bir erkeğin okşamalarını bir yalanla satın aldığı için kendinden nefret etmesi gerektiğini biliyordu, ama genç adamın kaslarında hissettiği, dudaklarından içtiği şey yine de hayattı, canlı bir hayat; kendisini eline geçirmek isteyen karanlık değildi, sessizlik değildi. Genç adamın gençliğinden kaynaklanan sıcaklığın, ölümü uzaklaştırdığını hissetti; gitgide yaklaşan ve gücünün büyüklüğü hakkında ancak şimdi bir fikir sahibi olduğu ölümü kandırmak istediğini bir tek saniye bile unutmadı.
7 Ekim sabahı, berrak bir güne açıldı. Tarlaların üzerinde güneş titriyordu, gölgeler bile saydam ve pırıl pırıldılar. Bayan de Prie bir davete gidercesine özenle hazırlandı, eşyalarını düzenledi, mektuplarını yaktı. Değerli takılarını bir abanoz kutuya koyup kilitledi, bütün borç senetlerini ve sözleşmeleri yırttı. Sabahtan bu yana kafası yerindeydi, kararlıydı; her şeyin düzenli olmasını istiyordu.
Âşığı odaya girdi. Onunla içtenlikle ve küsmeden konuştu; kendisi için az da olsa bir anlam ifade etmiş olan bu son kişiyi de bu kadar kötü bir biçimde aldatmak acı veriyordu ona. Hiç kimsenin kendisinden kinle söz etmesini istemiyordu, herkes hayranlıkla ve minnetle söz etmeliydi. Kutunun içindeki takıları bu gecenin karşılığı olarak çocuğun önüne sermek geldi içinden; bir servet vardı orada.
Ama genç adam uyku sersemiydi, uyuşuktu. Tam bir köylü gibi mal hırsıyla mevkiden, geleceğinden başka bir şey görmüyordu gözü. Kadının tutkulu, ateşli okşayışlarının anısı genç adamı daha da küstahlaştırmıştı.
Aksi bir sesle hemen Paris’e gitmek istediğini, yoksa geç kalacağını söyleyip tavsiye mektubunu rica etmek yerine adeta talep etti. Kadının içi buz kesti. Genç adamı kiralamıştı, şimdi de o kendisinden kira bedelini istiyordu.
Oturup mektubu yazdı, var olmayan, genç adamın asla bulamayacağı birine yazdı. Ama mektubu vermeden önce durakladı. Kararını bir kez daha erteledi. Bir gün daha kalmaz mısın diye sordu çocuğa, bunu çok istiyordu. Bir yandan da kutuyu elinde tartıyordu. Çocuk kabul ederse belki de hayatının kurtulacağını hissediyordu Bayan de Prie.
1 comment