Şatonun kapısına gelince delikanlı durdu, beceriksizce eğilip selam verdi, kadının ertesi günkü ziyareti hatırlatmasına fırsat bırakmadan hantal adımlarla kaçarcasına uzaklaştı oradan.
Kadın onun arkasından baktı ve bıyık altından gülümsedi. Kaba ve basitti, ama olsun, canlı ve hayat doluydu, çevresindeki her şey gibi ölü değildi. Ateşti o, Bayan de Prie de üşüyordu. Okşayışlara, kucaklamalara alışkın olan bedeni burada açlık çekiyordu; bakışlarının ışıl ışıl parlaması için, Paris’teyken her gün yüz yüze olduğu gençliğin o ateşli arzusunun yansısına ihtiyacı vardı. Delikanlının arkasından uzun uzun baktı; bir oyuncak olabilirdi o, sert tahtadandı elbette, hantal ve basitti, ama yine de oyalanabileceği bir oyuncaktı.
Delikanlı ertesi sabah geldi. Boş oturmaktan bitkin düşen, güne başlamak için hiçbir heves duymayan Bayan de Prie yataktan çoğunlukla öğleden sonra çıkardı, delikanlıyı yatakta karşılamaya karar verdi. Ama daha önce oda hizmetçisinin kendisini özenle hazırlamasını sağladı, gitgide solan dudaklarına biraz kırmızı dudak boyası sürdürdü. Sonra da ziyaretçinin içeri alınmasını istedi.
Kapı yavaşça, gıcırdayarak açıldı. Delikanlı, duraksayarak ve beceriksizce içeri süzüldü. En iyi giysisini giymişti ama bu giysi bile tam köylülere özgü bayramlık bir şeydi, süründüğü yağlı kremler ağır kokuyordu. Karanlık odada bakışları döşemeden ayrılıp tavana yöneldi, kimseyi göremediği için biraz sakinleşti, ama tam o sırada, yataktan, yatağın pembe bulutları andıran tepeliğinin altından cesaretlendirici bir selam duyuldu. Delikanlı olduğu yerde sıçradı, çünkü Parisli soylu hanımların konuklarını yatakta karşıladıklarını bilmiyordu herhalde, biliyorsa da unutmuştu. Derin sulara adım atmış gibi geri geri gitti, yanaklarına kan hücum etti; çocuğun bu utanması kadını zevklendirmiş, çok hoşuna gitmişti. Tatlı bir sesle çocuğu yanına çağırdı, ona çok kibar davranmak kendisini eğlendiriyordu.
Delikanlı dikkatli adımlarla yaklaştı, iki yanı uçurum olan daracık bir kalasın üzerinde yürüyor gibiydi. Hanımefendi ona küçük, zayıf, solgun elini uzatınca bu eli kaba saba parmaklarıyla kırmaktan korkarcasına özenle tuttu, saygıyla dudaklarına götürdü. Kadın, yatağının yanındaki koltuğa oturmasını işaret etti ona, çocuk dizlerinin bağı çözülerek oturdu oraya.
Böyle otururken biraz kendine güveni geldi. Artık oda başının çevresinde fırıl fırıl dönmüyor, zemin dalga dalga kabarmıyordu. Ama bu alışılmadık manzara çocuğu hâlâ huzursuz etmekteydi, yatak örtüsünün yumuşak ipekli dokusu kadının çıplak bedeninin hatlarını yansıtıyor gibiydi, yatak tepeliğinin pembe bulutu bir sis olup aşağı çöküyordu sanki; başını kaldırıp bakamıyordu ama gözlerini böyle yere dikip kalamayacağının da farkındaydı. Elleri, o yararsız, iri, kırmızı elleri, oraya yapışıp kalacakmışçasına koltuğun kolunda bir aşağı bir yukarı gidiyor, sonra kendi huzursuzluklarından rahatsız olarak iki ağır kütle gibi kucağında donup kalıyorlardı. Gözleri yanıyordu, neredeyse ağlayacaktı, kasları korkuyla geriliyor, gırtlağından bir tek sözcük bile çıkmayacağını hissediyordu.
Delikanlının şaşkınlığı kadını keyiflendiriyordu. Sessizliği acımasızca uzatmak, bir sözcük bulabilmek için çırpınan ama kekelemekten öteye gidemeyen delikanlıyı gülümseyerek seyretmek, bu sağlam yapılı adamın titrediğini, umarsız gözlerini sağa sola çevirdiğini görmek çok hoşuna gidiyordu. Sonunda çocuğa acıdı, ona hedefinin ne olduğunu sordu, çok ilgilenmiş gibi yapınca sonunda çocuk cesaretine yeniden kavuştu. Çalışmalarından, din büyüklerinden, filozoflardan söz açtı, bu konularda pek fazla bir şey bilmese de Bayan de Prie de çocuğun konuşmasına katılıyordu. Çocuk düşüncelerini öyle kibirli bir nesnellikle sayıp döküyordu ki, sonunda kadının iyice canı sıkıldı, bu yüzden birtakım hareketler yaparak çocuğun dikkatini dağıtmaya çalıştı. Ya aşağı kaymasını engellemek istercesine örtünün ucunu çekiyor, ya konuşurken ansızın çıplak kolunu ipek örtünün aralığından dışarı uzatıyor ya da örtünün altında ayaklarıyla tepiniyordu; çocuk da her seferinde susakalıyor, telaşla konuşuyor, sözcükleri yutuyor ya da peş peşe sıralıyordu; yüzüne gitgide acı çeken, gergin bir ifade gelmişti; kadınsa zaman zaman onun alnında, kıvrılan bir yılan gibi hızla kabaran damarı görebiliyordu. Bu oyundan zevk alıyordu. Çocuğun söylev çeker gibi konuşmasındansa böyle kafası karışan bir çocuk gibi şaşkınlık içinde olmasını bin kez yeğliyordu. Sözleriyle çocuğu iyice huzursuz etmeye çalışıyordu.
“Durmadan derslerinizi ve bilgilerinizi düşünüp durmasanıza! Paris’te önemli olan becerikliliktir, kendinizi öne çıkarmayı öğrenmeniz gerek. Hoş bir insansınız, akıllı olun da gençliğinizden yararlanın, kadınları da aklınızdan çıkarmayın, Paris’te onların önemi çok büyüktür, bizim zayıflığımız sizin gücünüz olmalı. Sevgililerinizi iyi seçerseniz ve onlardan yararlanırsanız, bakan olursunuz.
1 comment