Burada hiç sevgiliniz oldu mu?”
Genç adam irkildi. Yüzü birden kıpkırmızı kesilmişti. Bunlara katlanamayacağını hissediyordu, içinden kapıya koşmak geliyordu, ama içinde aynı zamanda bir ağırlık vardı, bu kadının parfümünün kokusu, soluğu kendisini adeta sarhoş etmişti. Bedenindeki bütün kaslar sıkışmış, göğsü gerilmişti, vahşileştiğini, bilincini yitirdiğini seziyordu.
Birden bir çatırtı oldu. Kasılmış parmakları oturduğu sandalyenin kolunu kırmıştı. Dehşet içinde ayağa fırladı, bu talihsizlik onu inanılmaz derecede utandırmıştı; oysa onun bu içgüdüsel heyecanına bayılan kadın yalnızca gülümsedi ve “Size alışılmadık sorular sorulduğunda böyle hemen şaşırıp kalmamalısınız,” dedi. “Paris’te bu başınıza sıkça gelecektir. Ancak davranış kurallarını biraz öğrenmeniz gerekiyor, ben de size bu konuda yardımcı olacağım. Zaten sekreterimin yokluğunu çok hissediyorum burada, onun yerini alırsanız çok sevineceğim.”
Çocuk, gözleri parlayarak, abartıyla teşekkürler etti ve Bayan de Prie’nin elini acıtırcasına sıktı. Kadın gülümsedi, kederle gülümsedi; yine o eski aldanmacaydı bu, sevildiğini hayal ediyordu, ama kimi zaman mevki için yapıyorlardı bunu, kimi zaman kendini beğenmişlikten, kimi zaman da meslekte yükselmeyi arzuladıklarından. Yine de buna kapılıp kendini unutmak çok güzeldi. Hem burada kendisinden başka kandıracağı kimse yoktu ki.
Üç gün sonra çocuk onun âşığı olmuştu bile.
Ne var ki o tehlikeli can sıkıntısı ortadan kalkmamış, yalnızca bir süre için hafiflemişti, hâlâ ıssız odalarda geziniyor, kapıların arkasında pusuya yatıyordu. Paris’ ten gelen haberlerin hepsi tatsızdı. Kral mektuplara yanıt vermez olmuştu, Leszcynska üç beş satırlık soğuk mektuplar yolluyor, sağlığını soruyor, dostane duygular dile getirmekten özenle kaçınıyordu. Yergileri pis ve yavan buluyordu Bayan de Prie, üstelik kimin yerildiği fazlasıyla belli oluyordu, bu da saraydaki konumunu, eğer kendisini orada hâlâ hatırlıyorlarsa tabii, güçleştiriyordu. Arkadaşı Alincourt’dan gelen mektupta da, dönüşünden hiç söz edilmiyordu, bir umut kıvılcımı bile yoktu. Bayan de Prie, diri diri gömülmüş biri gibi hissediyordu kendini, toprağın altındaki tabutunda uyanan, bağırıp çağıran, duvarları yumruklayan biri gibiydi; yukarıda onun sesini duyan olmuyordu, insanlar seke seke üzerinde yürüyorlar, onun sesi de yalnızlığının içinde boğuluyordu. Bayan de Prie birkaç mektup daha yazdı, ama tıpkı diri diri gömülenlerin bağırmaları gibi o da sesini kimsenin duymayacağının, yalnızlığının duvarlarını yumruklamasının bir yararı olmayacağının bilincindeydi. Ama böyle yapmakla zamanı kandırıyordu, zamansa burada, Courbépine’de onun en amansız düşmanıydı.
Genç çocukla giriştiği oyun da canını sıkmaya başlamıştı. Eğilimlerinde hiçbir zaman tutarlı olmamıştı (zaten gözden düşmesine neden olan da buydu) ve güzel giysiler, ipek çoraplar ve süslü ayakkabı tokaları armağan etmek zorunda kaldığı bu oğlanın söylediği üç beş sevgi sözcüğüyle tez kurtulduğu beceriksizliği onu oyalamaya yetmiyordu. Kalabalıklarla olmaya öylesine alışmıştı ki, bir tek kişiyle olmak çok geçmeden bıktırdı onu, yalnız kalır kalmaz kendini itici ve çökmüş görmeye başladı.
Bu utangaç köylüyü baştan çıkarmak, ona tatlı dilli olmasını öğretmek, ayı oynatmak güzel bir oyundu, ama ona sahip olmak usanç vermeye başlamıştı, hatta işkenceye dönüşüyordu.
Hem oğlandan artık hoşlanmıyordu da; aslında o çocuğa kapılmasına neden olan, onun kendisine gösterdiği hayranlıktı, tutkunluktu, ne yapacağını bilmezliğiydi. Ama oğlan bütün bunlardan çabucak sıyrıldı ve öyle bir içli dışlı oldu ki, Bayan de Prie bundan tiksinmeye başladı; oğlanın bir zamanlar aşağıdan alan bakışları artık keyifle ve kendine güvenle parlıyordu, yeni giysileri içinde gerine gerine dolaşıyordu, onun köyde böbürlendiğini biliyordu kadın. İçinde yavaş yavaş bir nefret kabardı, çünkü oğlana bütün bunları kazandıran kendisinin mutsuzluğuydu, yalnızlığıydı; çünkü oğlan sağlıklıydı, kendisi öfkesi ve kırgınlığı yüzünden gitgide daha az yemek yerken, kilo verip güçsüz düşerken oğlan keyifle tıkınıyordu. Bu yontulmamış herif, onun âşığı olmasını artık çok doğal karşılıyor, sahip olduğu şeyin verdiği tembellikle halinden hoşnut olarak yan gelip yatıyordu; sahip olduğu armağanın heyecanını hissedecek yerde ruhsuzlaşıp miskinleşiyordu; mutsuzluk ve utançtan yanan kadınsa oğlanın o iğrenç mutluluğundan, köylülere has para hırsından ve sefil gururundan nefret ediyordu. Böylesine düşmüş olduğu için, yalnızlığın bataklığında boğulmamak uğruna böylesine kaba saba bir insana tutunmak istediği için kendinden de nefret ediyordu.
Oğlanı kışkırtmaya, ona eziyet etmeye başladı. Aslında kötü biri değildi, ama arkadaşlarının kazandığı zaferin, Paris’ten uzaklaştırılmasının, yanıtsız kalan mektuplarının ve Courbépine’in acısını birinden çıkarması gerekiyordu. Bunu yapabileceği bir başkası da yoktu. Oğlanı o doygun keyfinden çekip almak, onu yeniden küçültmek, önünde boyun eğdirmek ve mutsuz yapmak istiyordu. Hiç acımadan onun o kırmızı ellerini, eğitimsizliğini, görgüsüzlüğünü başına kaktı; ama oğlan sağduyulu davrandı, kendisini daha önce istemiş olan kadına artık pek aldırmadı, inat etti, gülüp geçti, kadının alaycı sözlerini umursamadı. Oysa kadın pes etmedi: can sıkıntısı içindeyken, birini kışkırtmak güzel bir oyun sayılırdı.
1 comment