Gordon onlara dışa vurmadığı bir nefretle baktı. Şu anda bütün kitaplardan, özellikle de romanlardan nefret ediyordu. Bütün bu rutubetli, hamur olmuş süprüntünün bir arada durduğunu düşünmek korkunçtu. Yığışmış taşlara benzeyen donmuş kuyrukyağı. Sekizyüz yağ dilimi, oluşturdukları dört duvar arasına –yığışmış taştan bir mahzene– Gordon’u tıkmıştı. Bunu düşünmek insanı çileden çıkarıyordu. Gordon perdeyle örtülen kapıdan dükkânın ön tarafına doğru ilerledi. Bunu yaparken eliyle saçlarını sıvazladı. Bir alışkanlıktı bu. Ne de olsa, cam kapının dışında kızlar bulunabilirdi. Gordon öyle ilk bakışta etkileyici bir tip değildi. Boyu bir altmış sekizdi, saçları genellikle fazla uzun olduğundan kafasının bedenine göre fazla büyük olduğu izlenimini uyandırıyordu. Ufak tefek oluşu neredeyse asla aklından çıkmazdı. Birinin kendisine baktığını hissettiğinde, anında dikelir, göğsünü ileri çıkarır, basit insanları arada bir kandıran bir sen-kim-oluyorsun havası estirirdi.

Ne var ki dışarda kimse yoktu. Ön oda, dükkânın diğer bölümlerinin tersine şıktı, pahalı görünümlüydü ve vitrindekiler dışında aşağı yukarı iki bin kitabı barındırıyordu. Sağ tarafta çocuk kitaplarının sergilendiği camlı dolap vardı. Gordon bakışlarını şömizi Arthur Rackham’ın abartılı çizgilerini taşıyan bir çocuk kitabından uzaklaştırdı; yaramaz çocuklar hatmi çalılıklarında birine çelme takıyorlardı. Cam kapıdan dışarıya baktı. Kasvetli bir gündü, rüzgâr çıkacağa benziyordu. Gökyüzü kurşun rengindeydi, caddeye döşenmiş kaldırım taşları kaygandı. Aziz Andrew Günü’ydü, yani kasımın on üçü. McKechnie Kitabevi köşede, dört caddenin birleştiği biçimsiz bir meydandaydı. Solda kapıdan görülecek uzaklıkta büyük bir karaağaç yükseliyordu, şimdi yapraksızdı, sayısız dalları gökyüzünde solgun bir dantel oluşturuyordu. Karşıda, Prince of Wales’in bitişiğinde, yapım halindeki binaları çevreleyen tahta perdeler, şu ya da bu sentetik çerçöple bağırsaklarınızı perişan etmenizi öğütleyen hazır yiyeceklerin ve reçetesiz ilaçların ilanlarıyla kaplanmıştı. Canavarı andıran taşbebek suratlarından – budala iyimserlikler fışkıran pembe, anlamsız suratlardan oluşmuş bir sergi görüyordunuz adeta. Gizli Sos, bilmem ne kahvaltı gevreği (“Çocuklar Kahvaltı Gevrekleri verilsin diye tepiniyor”), Kangru Şarabı, Vitamalt Çikolata, Bovex. Aralarında en çok Bovex, Gordon’un sinirine dokunuyordu. Gözlüklü, fare suratlı bir memur, kolalı saçlarla bir kafe masasında oturmuş, beyaz bir Bovex kupası elinde sırıtıyordu. “Roland Butta Bovex’siz sofraya oturmaz” sloganı atılmıştı.

Gordon gözlerini kıstı. Kendi suratı, tozlu vitrin camında ona bakıyordu.