İyi bir surat değildi bu. Otuzuna basmamıştı, ama şimdiden moruklamıştı. Acı, giderilmesi olanaksız çizgilerle dolu solgun bir yüzdü bu. Herkesin “iyi” dediği türden, yani yüksekçe alnı vardı gerçi, ama küçük sivri çenesi, yüzünü ovalden çok armut şeklinde gösteriyordu. Saçları sıçan tüyü rengindeydi, dağınıktı, ağzı sevimsizdi, ela gözleri daha çok yeşile çalıyordu. Bakışlarını oradan uzaklaştırdı. Bugünlerde aynalardan nefret ediyordu. Dışarda hava soğuktu, kış ortası sanırdınız. Çelikten yapılma gürültülü bir kuğuyu andıran tramvay, caddeyi oluşturan kaldırım taşları üzerinde homurdanarak kayıyordu, hızının yarattığı rüzgâr, ezik yaprakları savuruyordu. Karaağacın çıplak dalları sallanmakta, doğuya doğru itilmekteydi. Gizli Sos’un reklamını taşıyan posterin kenarı yırtılmıştı; bir kâğıt şerit, minik bir bayrak gibi çıldırasıya sallanmaktaydı. Sağdaki yan sokakta da, kaldırımın sınırını oluşturan karakavak ağaçları, rüzgâr çarptıkça başlarını eğiyorlardı. Berbat bir rüzgârdı bu. Esintisinde, tehdit eden bir hava vardı; kış öfkesinin ilk gürlemesiydi bu. Gordon’un aklında iki dizelik bir şiir doğum sancıları çekmekteydi.

Sertçe savuran bilmem ne rüzgâr – örneğin tehditkâr rüzgâr? Yok, eğilen karakavaklar daha iyi. Eğilenle ürküten arasındaki ses benzerliği daha mı iyi yoksa? Neyse, daha yeni soyunmuş, eğilen kavaklar. Güzel.

Sertçe savuruyor ürküten rüzgâr Daha yeni soyunmuş eğilen kavakları

Güzel. Rüzgâr sözcüğüne kafiye bulmak kolay değil; gerçi, Chaucer’den bu yana her ozanın kafiye bulmakta zorlandığı sözcükler var. Bu arada Gordon’un aklındaki esin tükendi. Paraları cebinde çevirdi. İki buçuk peni ve bir üçlük – iki peni bir de yarım peni ve üçlük. Canı müthiş sıkılıyordu. Kafiyelerle, sıfatlarla arası iyi değildi. Cebinde iki buçuk peni varsa iyi olmaz elbet.

Gözlerini yine karşıdaki posterlere çevirdi. Berbat şeylerdi bunlar. Onlardan nefret etmek için kendine özgü nedenleri vardı. Öylesine, mekanik bir şekilde okudu sloganları. “Kanguru Şarabı – Britanyalılar için ideal şarap.” “Gizli Sos kocanızı mutlu eder.” “Bir Vitamalt al, bütün gün yürü!” “Entelektüel misiniz? Nedeni kepektir.” “Çocuklar kahvaltı gevreği verilsin diye tepiniyor.” “Piyore mi? Bana göre değil!” “Roland Butta, Bovex’siz sofraya oturmaz.”

Hah! Bir müşteri – ya da en azından potansiyel müşteri. Gordon doğruldu, dikeldi. Kapının yanında durunca kimseye görünmeden vitrinin önünde olup biteni yandan da olsa görebiliyordunuz.