Gene de kendi varlığının bilincinde olan bir üstünlük, boyun eğmiş erkeğe zafer umutları verdiği için hoşa gidebilir.
Bu güzel kız, çok geçmeden genç Çiftçi Oak’un duygusal yapısı üzerinde gözle görülür izler bırakmaya başladı.
Aşk, son derece sömürücü bir tefeci olduğu için, (en temiz tutkuların temeli bile, bir yürek alışverişi yaparak aşırı bir ruhsal kâr sağlamak umuduna dayanır; nasıl ki daha aşağı düzeydeki tutkuların temelinde de aşırı bir bedensel ya da maddesel kâr sağlamak umudu yatarsa) her sabah Gabriel’in kızı kazanabilmek şansı konusunda yaptığı hesaplar, ticaret borsasının hesapları gibi inip çıkıyordu. Köpeğinin yemek bekleyişi kendisinin kız gelsin diye bekleyişine öyle benziyordu ki, bu benzerlik onun bile gözüne çarptı; genç çiftçi gurur kırıcı bir şey olarak gördü bunu; köpeğe bakamaz oldu. Gene de çitin arasından, onun hiç aksamayan gelişlerini gözlemekten geri kalmıyordu. Böylece, kıza karşı duyguları, kızda hiçbir yankı uyandırmaksızın derinleşti. Gabriel’in henüz kıza söyleyecek, şöyle derlenip toplanmış, hazırda bir sözü yoktu. Çünkü başladığı yerde biten sevda sözleri söylemesini ve
Ses ve şiddetle dolu
Anlamı boş10
olan ateşli öyküler anlatmasını beceremezdi. Bu yüzden hiçbir şey söylemiyordu.
Soruşturmalar yaparak kızın adının Bathsheba Everdene olduğunu ve ineğin sütünün yedi gün sonra kesileceğini öğrenmişti. Sekizinci günü korkuyla bekliyordu.
Sonunda geldi sekizinci gün. İneğin süt vermesi o yıl için sona ermiş, Bathsheba Everdene de yokuştan yukarı çıkmaz olmuştu. Gabriel öyle bir heyecan doruğuna ulaşmıştı ki, az bir süre önce söyleseler inanmazdı. Kendi başınayken eğlenmek için ıslık çalacağı yerde, “Bathsheba” demeye başlamış; çocukluğundan beri ille de kumrallardan başkasını gözü görmezken, kara saçı yeğler olmuş, iyice kabuğuna çekilmişti; kamu gözünde tuttuğu yer dudak bükülecek kadar küçüktü artık. Aşk, var olan bir zayıflık içinde var olabilecek olan bir güçtür. Evlenmekle bir eğlenceden bir destek doğar. Bunun gücü, yerini aldığı aptallıkla orantılı olmalıdır. İyi ki gerçekten de çoğunlukla böyle olur. Karşısında bu yöne doğru yepyeni bir ufuk açılan Oak, “O benim karım olacak; yoksa, namussuzum, hiçbir işe yaramam!” demeye başladı kendi kendine.
Bir yandan da, Bathsheba’nın teyzesinin evine gidebilmek için bir bahane arayarak kafasını yoruyordu.
Yeni yavrulamış bir koyunun ölümü, ona aradığı fırsatı verdi. Yüzüne bakarsan yaz, huyuna bakarsan kış olan bir gündü. Bulutların arasından, iyimser olanlara daha fazlasını istetecek oranda mavi gök parçaları görünüyor, arada gümüşi bir güneş ışını yere vuruyordu. Gabriel kuzuyu düzgün, “gezmeklik” bir sepete koydu ve tarlaların içine vurarak kızın teyzesi Mrs. Hurst’ün evine doğru yürüdü. Köpeği George, yüzünde köy işlerinin böyle ciddiye binmeye başlayışından büyük tasaya kapıldığını belirtir bir bakışla, onun ardından geliyordu.
Gabriel kaç kez bu evin bacasından kıvrılarak yükselen mavi odun dumanlarını garip düşüncelerle seyretmişti. Akşamları gözünde bu dumanın çıkış yerini canlandırıp ocağı ve ocak başında Bathsheba’yı görür gibi olmuştu, dışarıdaki giyimiyle ocak başında. Çünkü kızın üzerindeki giysilerin de, onun sevgisinin sınırı içinde, kızın kendisi kadar yeri vardı. Çiftçinin sevdasının bu ilk çağlarında kızın giyimi, Bathsheba Everdene denilen o tatlı karışımın vazgeçilmez bir unsuruymuş gibi geliyordu.
Genç adam giyim kuşamını dikkatle ayarlamıştı: Titiz bir derli toplulukla, rastgele bir süslülük arası; güneşli çarşı pazar günüyle, yağışlı kilise günü arası bir şey. Saat zincirini maden cilasıyla iyice ovmuş, çizmelerine yeni bağ geçirmiş, pirinç kakmalı bağcık deliklerini parlatmış, yeni bir baston yapmak için ormanın göbeğine kadar gidip bulduğu dalı dönüşte var gücüyle yontmuş, sandığının içinden yeni bir mendil çıkarmış, yeleğini (gülle zambağın hiçbir kusurunu almadan bütün güzelliklerini birleştiren şık bir çiçek örneği taşıyan o açık renk yeleğini) giymiş, her zaman kuru ve kumral renkli olup kıvırcığı hiç açılmayan saçlarına şişedeki bütün briyantini boşaltıp gübreyle çimento arasında, çok değişik zengin bir renk vererek hepsini başına hindistancevizinin kabuğu gibi ya da sular çekilince ortada kalan bir kayanın üzerindeki ıslak yosunlar gibi yapıştırmıştı.
Köy evinin sessizliğini, saçakların altındaki bir yuva dolusu kırlangıcın gevezeliklerinden başka bozan yoktu. İnsan, çekiştirme ve dedikodunun aşağıdaki odalar gibi bu çatı üstü odalarda da alışkanlık halinde olduğunu sanabilirdi! Bir uğursuzluk işareti mi ne – Gabriel Oak tam bahçe kapısına vardığı zaman, içeride bir kedi gördü. Kedi de onun köpeği George’u görmüş ve türlü kabarmalarla şeytansal birtakım çırpınmalara girişmişti. Köpek oralı olmadı. Çünkü bütün boşuna havlamaları “Soluğuma yazık!” diye geçiştirdiği bir yaşa varmıştı. Daha doğrusu koyunlara bile, ancak herhangi bir buyruk verdiği zamanlar havlıyordu artık.
1 comment