aklım öyle bir dağılıyor ki!”

“Az buçuk kestirebilirsin ya!”

“Öyleyse zaman ver bana.”

Bathsheba, düşünceli gözlerle Gabriel’in durduğu yerin ters yönünde, uzaklara bakıyordu.

Genç çiftçi çalının berisinden kızın başının arkasına doğru seslenerek, “Seni mutlu ederim,” dedi. “Bir iki yıla kalmaz piyano alırım sana. Artık çiftçi karıları da piyano alıyorlar. Ben de kavala iyice çalışırım; akşamları birlikte çalarız.”

“Güzel. Hoşuma gider bu benim.”

“Çarşıya çıkmak için o küçücük, açık arabalardan alırız; güzel güzel çiçekler, kuşlar.” Sonra Gabriel, “Kuşlar dedimse horoz, tavuk demek istiyorum, çünkü onlar işimize yarar,” diye ekledi, böylece pratiklikle şiirsellik arasında denge kurmuş olduğuna inandı.

“Bu da çok hoşuma gider.”

“Hıyar da yetiştiririz, kibar kişiler gibi.”

“Evet.”

“Düğünümüz olduğu zaman da gazetenin evlenme duyurularının arasına bastırırız.”

“İşte buna içim gider!”

“Çocukların doğum duyurularını da veririz gazeteye, hiçbirini atlamayız. Sonra evimizde, ocak başında, sen ne zaman başını kaldırsan beni göreceksin karşında, ben de ne zaman başımı kaldırsam seni bulacağım.”

“Dur, dur, çok da ileri gitme.”

Kız gene sustu. Yüzündeki ışık sönmüştü; bir süre sessiz kaldı. Gabriel aralarındaki kırmızı pıtırcıkları durmadan gözden geçirerek inceliyordu. Öyle ki, sonradan pırnal meşesi, onun gözünde evlenme önerisi anlamına gelen bir şifre olup çıktı.

Bathsheba, “Yok,” dedi. “Boşuna. İstemiyorum seninle evlenmek.”

“Zorla kendini.”

“Deminden beri zorlayıp duruyorum; çünkü evlenmek iyi olur bir bakıma. Herkes benden konuşur; ben de savaşı kazanmış gibi olurum; zafer kazanmış gibi... Gelgelelim bir koca...”

“Ee?..”

“E’si şu: Kocam olan adam hep karşımda olacak, senin dediğin gibi. Ne zaman başımı kaldırsam onu göreceğim.”

“Elbet onu göreceksin, yani beni.”

“Ama ben... düğün yapıp gelin olmaya razıyım ya... koca almadan gelin olunabilse! Kız kısmı tek başına gelin olamayacağına göre ben de evlenmeyeceğim... şimdilerde, demek istiyorum.”

“Saçma sapan bir yanıt bu.”

Sözlerinin böyle eleştirilmesi üzerine Bathsheba ağırbaşlılığını artırmak için bir adım geriye gitti.

Oak, “Tanrı canımı alsın, ömrümde bundan daha aptal bir konuşma duymadım,” dedi. Sonra yatıştırıcı bir sesle, “Bir tanem, böyle olma!” diye ekledi. İçtenlikle, derin derin göğüs geçirdi. “Neden evet demiyorsun bana?” diye yalvararak çalının öbür yanına doğru birkaç adım attı.

Kız gerileyerek, “Elimde değil,” dedi.

Oak, “Ama neden?” diye direndi.

Kıza hiçbir zaman ulaşamayacağını anlayarak sonunda durdu. Aralarında çalı, bakıştılar.

“Seni sevmiyorum da ondan.”

“Öyle ama...”

Genç kız içinden gelen bir esnemeyi iyice bastırarak karşısındakini kırmayacak bir boyuta indirdi.

“Seni sevmiyorum,” dedi.

“Ama ben seni seviyorum. Bana gelince, sen benden hoşlan bana yeter.”

“Ah, Mr. Oak – dile kolay bu! Sonunda benden nefret edersin!” Mr. Oak öyle içtenlikle, “Hiçbir zaman!” dedi ki, sözlerinin gücüyle çalıyı aşıp kızın kucağına atıldı sanki, “Dünyada tek bir şey yapacağım... kesin olarak tek bir şey, o da seni sevmek, seni istemek... ölünceye dek istemek seni.”

Genç çiftçinin sesinde şimdi gerçek bir duyarlık vardı ve o iri, esmer ellerinin titrediği gözle görülebiliyordu.

Kız üzgünlükle, “Sen beni bu kadar severken benim seni istemeyişim çok yanlış kaçıyor,” diyerek bu duygusal çıkmazdan kurtulabilmek için yol ararcasına, umutsuzlukla çevresine bakındı. “Ah, keşke peşinden koşmasaydım!” Gene de bu kız Neşe’nin yanına çıkan kestirme bir yol bilir gibiydi. Yüzüne çapkınca bir anlam vererek, “Evlensek de yürümez, Mr. Oak,” dedi. “Beni yola getirecek biri gerek bana! Çok başına buyruk bir kızım.