Çatının üzerine eğilip gözünü bir deliğe uydurunca barakanın içini rahatça görebiliyordu.

İki kadınla iki inek vardı içeride. İneklerin yanında bir kova dolusu dumanı tüten kepek lapası duruyordu. Kadınlardan biri orta yaşı geçkindi. Öbürü genç görünüyordu ve kıvraktı. Gabriel onun nasıl birisi olduğunu tam olarak kestiremedi. Kadın onun gözünün hemen hemen tam altına rastladığından, genç çiftçi onu kuşbakışı görüyordu; Milton’un Şeytanının Cennet’e ilk bakışı gibi.8 Kadının başında başlık ya da şapka yoktu. Yalnız geniş bir pelerine bürünmüş ve bunun eteğini, rastgele, başına örtüvermişti.

Kadınların yaşlı olanı yumruklarını kalçalarına dayayıp şöyle bir çevresine bakınarak, “Hadi bakalım, evimize gidelim,” dedi. “Bizim Papatya kendini artık toplar umarım. Ömrümde bu denli korkmamıştım ya, iyileşirse uykumdan olduğuma değer doğrusu.”

Besbelli her sessizlikte gözleri yumulmaya fırsat bekleyen genç kadın dudaklarını iyice aralamaya bile zahmet etmeden esnedi. Esneme Gabriel’e de bulaştı, genç adam kadının derdini paylaşırçasına, yavaşça esnedi.

Kadınların genci, “Bu işleri yaptırmaya adam tutabilecek kadar zengin olsaydık!” dedi.

Yaşlısı, “Olmadığımıza göre çıkar yol yok, kendimiz yapacağız,” diye yanıtladı. “Yanımda oturacaksan sen de bana yardım edeceksin.”

Genci, “Şapkam gitti ya, sen ona bak!” diye söylendi. “Çitin arkasına uçmuş olsa gerek. Öylesine hafif bir esinti tutup başımdaki şapkayı uçursun!”

Ayakta duran inek Devon cinsindendi ve koyu kızıl, parlak, gergin bir derisi vardı. Rengi, gözlerinden kuyruğuna kadar öylesine pürüzsüzdü ki, boyaya batırılıp çıkarılmış sanırdınız. O uzun sırtı da, cetvelle çizilmişçesine dümdüzdü. Öbür inek gri-beyaz alacalıydı. Yanında aşağı yukarı bir günlük bir küçük buzağı durduğunu Gabriel şimdi görüyordu. Buzağının iki kadına aptal aptal bakışından, görme mucizesine henüz alışamadığı anlaşılıyordu. Başını sık sık fenerden yana döndürüyordu. Kalıtımla geçen içgüdülerini yaşantısıyla düzeltmeye henüz zaman bulamadığından feneri ay sanıyordu, besbelli. Norcombe Tepesi’ndeki ineklerle koyunlar arasında Lucina’nın işi başından aşmıştı son günlerde.9

Yaşlı kadın, “Biraz yulaf getirsek bari,” dedi. “Kepek kalmadı da.”

“Olur, teyzeciğim. Ortalık ağarır ağarmaz ben ata atladığım gibi giderim.”

“Yalnız kadının binebileceği eyerimiz yok.”

“Ben öbür türlüsüne de binerim. Hiç korkma.”

Bunları duyunca Gabriel genç kadının yüzünü büsbütün merak etti. Kendi tepedeki yeriyle, kukuleta gibi duran pelerin eteği kızın yüzünü gözlerinden gizlediği için, Gabriel onun yüz çizgilerini kafasından çizmeye girişti. Bir şeye yüz yüze, açıkça baktığımızda bile, gözlerimizin alıp getirdiği izlenimleri içerimizdeki istek ve gereksinimlere göre renklendirip biçimlendiririz. Gabriel kızın yüzünü daha ilk baştan açıkça görebilseydi bile, çok ya da az güzel diye değerlendirmesinin kaynağı, o sırada ruhunun bir tanrıça arayıp aramayışına dayanacaktı. Gabriel epeydir, içinde gitgide büyüyen bir boşluğu dolduracak özellikte birinin yokluğunu duymakta olduğundan; şu anda durduğu yer de hayalinin at oynatması için en geniş alanı sağladığından, genç kadının çok güzel olduğuna karar verdi.

İşten başını kaldıramayan bir ananın arada tek bir dakikacık ayırarak dönüp çocuklarını sevindirmesi gibi, doğada da kimi zaman, nereden estiği belirsiz, tatlı rastlantılar olur. İşte şimdi bunlardan biriyle kız pelerinini omzundan attı ve siyah saç dalgaları al ceket üstüne döküldü. Gabriel Oak onun hani o sarı arabadaki –afrikamenekşeleri ve ayna serüveninin kahramanı– daha düz konuşmak gerekirse, kendisine iki pens borçlu olan kadın olduğunu anında anladı.

İki kadın buzağıyı gene anasının yanına bırakıp feneri alarak dışarı çıktılar.