Bu ve diğer referanslar gemicinin ne kadar çok yer gezdiğini belirtiyor.
25 Tasvirlere etkilerini: Gezegenlerin konumlarının bir hastanın tedavisi için en uygun zamanı belirlediğine inanılırdı. Bu zamanı tayin amacıyla hastanın kendisi veya burçları temsil eden tasvirler kullanılırdı.
26 Sıcak, soğuk, kuru ya da nemli: Hastalıkların vücuttaki bu sayılan özelliklerde dört salgıdan kaynaklandığı düşünülürdü.
27 Avrupa’yı kasıp kavuran büyük veba salgını. Hekimin vebadan bir servet kazanması “koyun can derdinde, kasap et derdinde” sözüne iyi bir örnek teşkil ediyor ve eleştiri amaçlı.
28 Yünlü dokumalarıyla ünlü Flaman şehirleri.
29 10. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar kilisedeki evlilik törenlerinden önce kilise kapısı önünde de bir tören yapılırdı.
30 O zamanlar hac yolculukları tamamen dini nedenlere dayanmaz, bazan hacı adaylarının güvenlikleri (Kilise Meclisi Azası’nın yaptığı gibi) bazan da bazı zevklere uygun ortam bulmak için yapılırdı.
31 Dişlerin arasının açık olması çeşitli şekillerde yorumlanıyordu. Kimi bunun şans ve yolculuk demek olduğunu bildirirken kimi uzmanlar da bunun sahtekârlık, gözü karalık, oburluk ve şehvet belirtisi olduğunu belirtiyorlar. Bahtlı Kadın da bunu kendi hikâyesine “Giriş”inde şehvetli tabiatının bir belirtisi olarak açıklıyor.
32 Hıristiyanlıkta bu koyun-çoban benzetmesine sıkça rastlanır. Bir vaiz görev bölgesini kiraya verip kendisi daha rahat bir göreve gelebilirdi.
33 “Questio quid juris” Latince: “İlgili maddeye göre...”: Dini mahkemelerde sıkça kullanılan bir kalıp.
34 Başka birinin ancak onun merhamet etmesi sayesinde cezadan kurtulduğu bir suçu kendisi seve seve işlerdi.
35 Charing Cross: Londra’da kutsal Rouncivalle’li Mary hastanesinin bulunduğu semt. Chaucer zamanında onaylanmamış afnameler hastaneye yardım adı altında satılırdı. Rouncivalle afnameleri sık sık alay konusu olurdu.
36 İngiltere’nin bir ucundan diğer ucuna.
37 Offertory: Kilisede bağışlar toplanırken orgda çalınan beste.
ŞÖVALYE’NİN HİKÂYESİ
Şövalye’nin Hikâyesi burada başlıyor.
Iamque domos patrias, Scithice post aspera gentis Prelia, laurigero, &c.
Bize ulaşan eski günlere mahsus
Hikâyeler bir dükten söz eder, adı Theseus:
Efendisi, valisi, yöneticisi Atina’nın,
Ve en kudretli fatihi zamanının.
Derler ki yoktu yeryüzünde ondan daha iyi,
Hükmü altına almıştı birçok zengin ülkeyi,
Süvarileri ve akıllı tutumuyla Amazonları
Alt etmiş, kendisine tabi kılmıştı onları
Ve ülkesine katılmıştı yaşadıkları diyar,
Önce Scythia, sonra Femenya denen topraklar.
Karısı yaptığı Amazon kraliçesi Hippolyta
Kendi ağzından anlatır o günleri hatta:
“Aldı getirdi beni şaşaalı bir törenle
Kızkardeşim Emily de geldi benle.”
Ama Atina’ya dönüş yolculuğu sırasında,
Çalgı cümbüş ve cümle cengâverleri arasında
Bırakacağım bu dükü böyle muzaffer.
Anlatması çok uzun sürmese eğer,
Amazonlar’dan bu sözünü ettiğim bölgeyi
Nasıl kazandıklarına ilişkin her şeyi
Ve bu kadınlarla Atina’lı erkekler arasındaki
Büyük savaşı ayrıntılarıyla ve sanki
Şimdi yaşıyormuşçasına bir bir anlatırdım size,
Ya da Hippolyta’nın nasıl geldiğini dize,
Nasıl götürüldüğünü bu cesaret
Timsali güzel kraliçenin ve düğününde nasıl bir ziyafet
Verildiğini, yolda yakalandıkları şiddetli fırtınayı,
Evet, geçiyorum bir kalem, dönüşü berbat eden o olayı;
Neden derseniz süreceğimiz tarla çok geniş,
Dermansız öküzlerim için bu zorlu bir iş.
Hikâyemiz yeterince uzun zaten,
Sorumlu olmak istemem olası bir gecikmeden.
Herkes hikâyesini anlatsın, savsın sırasını,
Kazanan yesin yemeği, diğerleri ödesin parasını.
Baştan alıyorum şimdi, nerede kalmıştık?
Daha atından inmeden bu bahsettiğim Dük
Kasabanın eteklerine vardığı zaman,
Mutluluk ve gururla şöyle bir yan
Bakış fırlattığında birtakım kadınlar gördü yolda,
Karalar giyinmiş hepsi, çömelmişlerdi ikişerli kolda,
Feryat figan ediyor ve öyle bir
Dövünüyorlardı ki böylesi görülmemiştir.
Çektikleri acıyla geçip kendilerinden,
Atının dizginlerine koşup yapıştılar birden.
“Kimsiniz?” dedi Theseus, “herkesin nedir bu hali?
Berbat ettiniz ağıtlarla bir şen festivali.
Yoksa benim zafer kutlamalarım
Rahatsız mı etti sizleri ha, sorarım?
Değilse, sizi böyle üzen, kızdıran kimdir?
Sizin için yapabileceğim herhangi bir
Şey var mı? Hem neden giysileriniz böyle siyah?”
Kadınların en yaşlısı içler ürperten bir “ahh!”
Çekip, ayılıp bayılarak başladı söze:
“Efendim, Talih büyük bir zafer bağışladı size,
Bu durumdan şikâyet değildir yasımız,
Aksine, sayenizde bitecek tüm derdimiz, tasamız.
Acıyın bize efendim, dindirin bu yası,
Bırakın soyluluğunuzdan bir şefkat damlası
Bu mutsuz kadınların üstüne düşsün.
Çünkü efendim, şurası kesin,
Bu toplulukta şu an gördüğünüz herkes
Ya bir kraliçeydi ya da bir düşes.
Daha doğrusu öyleydiler bir süre önce,
Ama Feleğin hain çarkı bir tur dönünce
Yeryüzünde hiçbir yer güvenli değil.
Ve tam on beş gündür bizler bu sefil
Halde bu anı gözlüyoruz çaresiz,
Yardım edin efendim, sizsiniz tek çaremiz.
“Şimdi çocuk gibi ağlayan ben, bahtsız kraliçe,
Karısıydım uzun zaman önce Thebes’te
Ölen Kral Kappaneus’un.
– Ah, o güne bin kere lanet olsun!
Şimdiyse, yana yakıla yardım dilenmek için
Yalvaran biz kadınlar böyle niçin
Karalara büründük, yeniden soracaksınız.
Kocalarımızı kaybettik çünkü o uğursuz
Kuşatma sırasında. Ve şimdi kral Kreon,
Thebes’in hâkimi, iyice azıtıp bu son
Demlerinde adalet tanımayan öfke nöbetleri,
Zorbalıkları ve akıl almaz hakaretleri
İle işkence ediyor kocalarımızın
Öldüklerinde ovaya sürükletip bir yığın
Yaptırdığı vücutlarına. Ne gömdürüyor,
Ne yakılmasına izin veriyor; cesetler öylece duruyor,
Kurtlara kuşlara yem olsunlar diye.”
Burada başladı kadınlar ağlayıp inlemeye,
“Utancımız büyük, ne kadar ağlasak az,
Efendimiz, hiç mi vicdanınız sızlamaz?”
Onları dinleyince içi sızladı Dük’ün,
Yüreği çatlayacak gibi oldu düşününce daha dün,
Şimdi birer zavallı olan, bu kadınların ne yüksek
Makamlarda olduğunu. Yavaşça atından inerek
Kaldırdı her birini, omuzlarından tuttu,
Şefkat dolu sözlerle onları avuttu.
Böyle bir durumda gerçek bir şövalye ne yaparsa
Onu yaptı ve yeminle “Yapabileceğim bir şey varsa
Esirgemeyeceğim” dedi, “öyle ki Kreon, zulmü
Uğraş edinmiş bu canavar, bulacak hak ettiği ölümü.
İntikamınız alınacak ve bütün Yunanistan
Topraklarında dilden dile dolaşacak bu destan.”
Sözlerini bitirdi ve daha fazla gecikmeden
Dalgalandırıp sancağını yola koyuldu hemen.
“Beni izleyin” dedi yanındaki herkese,
Atina’dan vazgeçti ve yöneldi Thebes’e.
Hal böyleyken eve dönmek büyük ayıptı,
Theseus için yarım gün bile büyük kayıptı.
İşte bu nedenle intikalle geçirdi tüm geceyi.
Ama Emily ve ablası o güzel Ece’yi
Atina’ya gönderdi orda beklesinler diye,
Durun, daha devam ediyor bu hikâye.
Elinde bir kalkan ve bir mızrak
Tutan Kızıl Mars figürü geniş ve ak
Flamalar üzerinde parıldıyordu ve baştan aşağı
Bütün ovada yanıp sönüyordu ışığı,
Mızrakların ucunda bir de altın kaplama
Dük’ün Girit’te Minotaur’u öldürüşünü anlatan bir arma
Ordular yürüdükçe dalgalanıyordu,
Ordular yürüdükçe ovalar yanıyordu.
Hırsla yürüyordu fatih, atını tırısla sürüyordu,
Yiğitlik goncasını savaşa götürüyordu.
Sonunda Thebes’e vardı, savaşa uygun bir meydan
Bulup azametli tavırlarla indi atından.
Kısaca, umduğu gibi oldu savaşın sonu,
Oracıkta erkekçe öldürdü Kreon’u
Şanlı bir meydan muharebesiyle ve şanına yakışır tarzda yine,
Kreon’un ordularını katıp önüne
Sokak sokak, köşe bucak ele geçirdi şehri,
Kocalarının kemiklerini verdi kadınlara geri
Tören yapsınlar diye törelerince.
Ama hepsini anlatmak uzun olacak bence,
Nasıl bağrıştılar, ağlayıp sızlandılar,
Ölü yakma yerinde bu zavallı kadınlar.
Anlatmadan geçeceğim tüm bunları şimdilik
Ve ayrılırken Theseus’un nasıl incelik
Gösterdiğini kadınlara. Özür dilerim sizden,
Zamanımız yok, kısa keseceğim bu yüzden.
Ne diyorduk? Haddini böylece bildirip Kreon’a
Thebes kralı ele geçince, savaş erince sona,
Theseus kamp kurup dinlendi o gece,
En iyi düzeni kurmuştu şehirde kendince.
Yağma amacıyla ölü yığınlarını ziyaret
Eden ve onların teçhizatlarını ganimet
Bilip alan çapulcular bozgun alanında
Hummalı çalışmalarına başladılar anında.
İşte bunlar eğilip doğrulmaları sırasında
İki genç şövalye buldular ölüler arasında;
Uzanmış yatıyorlardı yerde yan yana,
Gözlerinin feri sönmüştü, bulanmıştılar kana,
Aynı armayla süslü silahlar taşıyorlardı,
Arkita’ydı bu iki gençten birinin adı.
Palamon adında bir delikanlıydı diğeri,
İkisi de ne tam ölü, ne de tam diri.
Üzerlerindeki toz toprağa, çamura rağmen
Üniformalarından ve sorguçlarından hemen
Anladı haberciler bu ikisinin birer prens
Olduklarını, dediklerine göre bunlar Thebes
Sarayında iki kız kardeşin çocuklarıydılar;
Onları özenle taşıyıp Dük’ün çadırına koydular,
Çekip çıkardılar da yığınlar arasından.
“Derhal Atina’ya yollayın” dedi Theseus, “bundan
Böyle esirlerim olacaklar ölünceye
Değin, kurtaramaz onları hiçbir fidye.”
Emri derhal yerine getirildi ve
Bu soylu dük başında defne dallarıyla döndü eve.
Ondan sonra da onurlu ve mutlu bir
Yaşam sürdü, ehh, daha ne denir?
Şimdi Arkita ve Palamon’a geliyorum,
Zavallılar umutsuzluk içinde bir kalede mahkûm
Kalacaklardı sonsuza dek, her kapıyı açan altın
Bile bu sefer işe yaramıyordu, kadere bakın.
Aylar ayları, yıllar yılları izledi derken,
Mayıs ayında bir gün, sabahleyin erken,
Yüzü, yeşil sapı üstünde bir beyaz zambaktan
Daha güzel ve Mayıs ayında bir tomurcuktan
Daha taze olan Emily, yatağından kalkıp âdeti
Olduğu üzre süslendi, kendini seyretti:
Mayıs ayı çünkü istemez mıymıntılık,
Dürtükler yumuşacık kalpleri der “Haydi kalk!
Üstüne düşeni yap gereğince.”
İşte Mayıs’ın bu ısrarcılığı aklına gelince
Daha fazla oyalanmamıştı yatakta,
Kalkıp giyinmişti, bir mahzur yok anlatmakta:
Akıyordu sırtından bir sıra sarı saç,
Örgülüydü, tahminimce vardı bir kulaç,
Ve bahçede gün ışırken, gönlünce bazı
Çömeliyor, bazı doğrulup sekiyor, beyaz kırmızı
Çiçekler topluyordu: amacı bir taç örmekti,
Bir ilahi mırıldanıyordu bu ara; sanki melekti.
Önceden söz ettiğim iki delikanlıdan
Yine söz edeceğim, hatırlarsanız bir zindan
İçinde hapistiler. Burası kalenin en sağlam zindanıydı,
Ve bahçe duvarının hemen yanıydı,
İşte Emily her sabah bu bahçeye çıkardı.
O sabah berrak bir gök ve pırıl pırıl güneş vardı;
Kalktıktan sonra mahzun mahkûm Palamon,
Yine izin vermişti de gardiyan,
Yüksekte bir odaya çıkmıştı,
Yine oradan bütün şehre bakmıştı.
Görkemli binalar görünüyordu ve yeşil ağaçları bahçenin;
Bir durup bir yürüyordu Emily, nur saçarak ve sakin.
Ama üzgün Palamon farketmemişti onu,
Dolaşmaya başladı baştan başa salonu,
Acısı ağır basıyor, lanetler okuyordu kaderine,
“Lanet olsun” diyordu, “doğduğum güne!”
İşte bu düşüncelerle meşgulken aklı,
Kalın, sağlam, birçok demir parmaklıklı
Derin bir pencereden bakarken
Bu Mayıs sabahı, Emily’yi gördü birden.
Görür görmez irkildi ve kalbine bir bıçak
Girmiş gibi bağırdı çığlık çığlık.
Onu duyan Arkita yanına koştu hemen,
“Nedir derdin? Söyle” dedi “kuzen?
Rengin atmış tamamen, yüzün ne kadar solgun,
Neden böyle çığlık attın? Neye kızıyorsun?
Seni böyle küplere bindiren ne olabilir?
Sabırlı ol Tanrı aşkına, akıllı ol, düşün bir:
Mahkûmuz ve mahkûm kalacağız sonsuza dek,
Bize bu kötü yazgıyı hazırlamış Felek.
Kötü bir burç ya da Satürn
Veya gezegenler, daha doğduğumuz gün
Göndermişler bu sonu bizimle birlikte,
Katlanmak zorundayız istemesek de.”
Onun bu sözlerine karşılık Palamon
“İnan bana” dedi “sevgili kuzen,
Cehaletten kaynaklanıyor ya da hepsi hayal
Bu söylediklerinin, sorun mapusluk değil,
Gözlerimden girerek kabimi deldi bir ok,
İflah olmam ben artık, derdimin dermanı yok.
Şu bahçede bir o yana bir bu yana
Dolaşan kızın güzelliği sebep oldu buna.
Haykırdım ıstırabımı duysun diye, haykırdım açıkça,
Bilmiyorum belki bir kadın, belki bir tanrıça
Bu gördüğüm, hatta Venüs’ün ta kendisi sanırım,
İnan, ‘Öyleyim zaten’ dese inanırım.”
Bu sözleri söyleyip eşiğe çöktü,
Dualar etti Venüs’e, içini döktü.
“Arzun kadın kılığında bahçeye gelip eğer,
Görünmekse bizim gibi iki derbeder
Mahkûma, ahh, yardım et kaçalım, ahh özgürlük,
Ama benim alın yazım sonsuz bir sözcük
Tarafından şekillenmiş çoktan;
Göz göre göre çürüyüp gideceğim hiç yoktan.
Zorbalığa esir düşmüş hanedanımıza acı,
Yardım et, kurumasın bu soylu soyağacı!”
O böyle yakaradursun, Arkita pencereden
Bakıp gördü bahçede gelip giden
Kızı ve geldi çöktü yüreğine bir sızı.
Kuzeninin duyduğu acıdan daha amansızı
Sardı benliğini. O da başladı söze,
Yürek yıpratan bir ahh çekip dedi “Ne kadar taze
Bir güzellik bu bahçede gezinen, anlatamam.
Ölmüşüm ben artık, benim işim tamam
Onu her Allah’ın günü görmezsem eğer.
Onun sevgisinden başka ne yaşamaya değer?”
Bunları duyan Palamon dik dik baktı,
Hor gören bakışları sevecenlikten uzaktı.
“Dikkat et sözlerine” dedi “bu şaka mı, ciddi mi?”
“Hiç bu kadar ciddi görmemiştim kendimi.”
Bu cevap üzerine Palamon’da şafak attı,
“Demek sence önemi yok” deyip kaşlarını çattı,
“Boşmuş demek ettiğimiz bağlılık yemini,
Sırtından bıçakladın kardeşin, kuzenini.
‘Yapsınlar isterse bize bin bir türlü işkence
Ancak ölüm ayırır bizi’ ne demek sence?
Birimizde saracak olursa bacayı ateş,
Atmayacaktı hani diğeri dalgasına taş.
Söyle ey en sevgili kardeş, hani
Ben seni olduğu kadar sen de beni
Destekleyecektin giriştiğim her işte,
Bozulmaz yemin buydu ama bozuldu işte;
Sen de bunu inkâr edemezsin sanırım, heyhat!
Ben sana yüreğimin gizini açıyorum fakat
Sen benim kadınımı severek ihanet ediyorsun,
Hayatımı adamışım ona ben, sen ne diyorsun?
Hayır, iki yüzlü Arkita, yapmamalısın bunu,
İlk ben söyledim sana, ilk ben sevdim onu.
Bir zamanlar içtiğimiz andı bir düşünürsen
Bütün gücünle bana yardım etmek zorundasın sen.
Verdiği sözü tutan adamdır gerçek şövalye,
Yoksa, böbürlenip dolaşma ortada onurluyum diye.”
Arkita gururla cevap verdi yeniden,
Dedi “Bu kadar iki yüzlü bilmezdim seni ben.
Sahtekârın tekisin, işte söylüyorum açık açık,
Bir kadın olarak ona ilk ben oldum âşık.
Buna ne diyeceksin bakalım? Daha demin
‘Kadın mı tanrıça mı bilmiyorum’ dedin.
Seninkisi mistik, ilahi bir aşk, anlasana;
Benimkisi sıradan, yalnızca bir insana
Duyulan türden. Bu yüzden onu ilk gören aslında bendim,
Ve seni arkadaş bilip sana açılan. Aman efendim,
Umurumdaydı sanki, duymadıysan duy şu atasözünü:
Hiçbir kanun yıldıramaz aşkın gözünü.
Gayet açık, anlaşılmayacak nesi var bunun?
Aşkın kendisi zaten başlı başına bir kanun.
Etten kemikten insan daha başka
Kanun mu ister, burun kıvırıp aşka?
Aşk yüzünden her gün zerre kadar vicdan
Azabı duymadan yüzlerce insan
Ürünü kanun çiğneniyor. Sevmeli her erkek,
Ve sevmeli bu yolda ölümü hak bilerek,
Sevdiği karısıdır bazen, bazen bir kız ya da dul.
Ne sen bağlayabilirsin, ne de ben ama kabul
Bağlayabilirim bir ömür boyu onu kendime,
Pekâlâ biliyorsun bunu, bilmiyorum deme.
Müebbet hapse mahkûmuz ve hiçbir fidye
Bizi özgürlüğümüze kavuşturamaz diye
Bir emir var. Topu topu bir kuru kemik
Yüzünden birbiriyle dalaşan iki aptal köpek
Gibiyiz. Sonunda bir şahin alçalır, dalar
Kapar gider kemiği, köpeklerin ikisi de avucunu yalar.
Politikada da kardeşim inan ki durum aynı,
Herkes kollar yalnızca kendi payını.
Ben onu seveceğim, sen de sev istersen,
Yapılacak tek şey de budur zaten.
Mahkûmuz ve katlanmak zorundayız, var mı dahası?
İkimiz de değerlendirmeliyiz ele geçen her şansı.”
Aralarındaki çekişme daha devam etti, ancak,
Ne sözcükler yeter ona, ne zaman var anlatacak,
Neler konuşuldu, ne oldu bittiyse,
Mümkün olduğunca kısa özetlemek gerekirse,
Günlerden bir gün Protheus adında ünlü bir dük
Ziyarete geldi Theseus’u. Dük’ün çocukluk
Arkadaşıydı. Tatilini geçirmeye gelmişti Atina’ya,
Aradan geçen uzun yıllar sevgisini tüketmiş veya
Azaltmış değildi bir nebzecik,
En sevdiği insandı Atina’lı Dük,
Theseus da aynı ilgiyi gösteriyordu
Ona karşı, aynı muhabbetle karşılık veriyordu.
Can ciğer kuzu sarması ve hatta birbirlerine öyle düşkün
Öyle düşkünlermiş ki birisi dünyadan göçüp gittiği gün,
Günahlarını almak istemem neme
Lazım, peşinden gitmiş diyorlar öteki de Cehennem’e;
Ama bu böyle dar zamana sığamayacak bir husus.
Arkita’yı tanır severdi Dük Protheus
Thebes günlerinden, uzun yıllardan beri,
İşte sanırım daha çok onun girişimleri
Sayesinde oldu ve Arkita fidye ödemeden özgür
Kaldı. İstediği yere gidebilirdi, yalnız bir
Şart vardı: Theseus ile Arkita arasında alınan bu karar
Diyordu ki “Arkita yakalanacak olursa eğer
Dük’ün topraklarında ve hatta bir saat gibi kısa
Bir ziyaret amacıyla bile ülkeye girmiş olsa
Dikkate alınmadan hiç gece veya gündüz,
Derhal vurulacak başı” ve hiçbir pürüz
Yoktu bu konuda. Böylece hiç bakmadan sağa sola,
Arkita çıktı memleketine doğru yola.
Hürdü artık ama bu kez de canı tehlikedeydi,
Yalnız canını sıkan bir başka şeydi.
Ağlıyordu, akıyordu gözyaşları sular seller yerine,
İntiharı düşünüyordu derinden derine.
Okuyordu doğduğu güne lanetler,
“Bu uçsuz bucaksız ve zindandan beter
Dünyada şimdi sonsuza kadar kalmaya mahkûm,
Araf’ta değil Cehennem’deyim, yanıyorum.
Keşke dostum çıkmasaydı Dük Protheus
Ve serbest bırakmasaydı onun hatırına beni Theseus.
Zindana kilitlenmiş, zincirliyken bile
Mutluydum ve kesinlikle umutsuz değildim böyle.
Aşkıyla ödüllenmek mümkün olmasa da,
Onu gördüğüm her gün erdim derdim murada.
Ey sevgili kuzenim” dedi, “ey sevgili Palamon!
Bu macerada sensin yine şampiyon.
Ne mutlu sana ki daha sürecek cezan,
Cennet’tesin sen şimdi, zindanda değil inan.
Talih zarını senin lehine attı,
Her şeyleri sundu sana, ahh beni aldattı,
Neden dersen, onunla hâlâ yollarınız çakışabilir,
Ne olsa son derece değerli ve işbilir
Bir şövalyesin, Kader’in işi, belli mi olur, bakarsın
Düşlerin gerçek olur bir gün, açılır şansın.
Bir kaçağım oysa ben ve bir sürgün,
Umutsuz, perperişan, onun lutfundan yoksun.
Ne hava, ne ateş, ne su, ne toprak,
Ne de bunlardan doğmuş herhangi bir yaratık
Yardım edebilir bana, ne de rahatlatır biraz,
Gönül yarasına ah, çare bulunmaz.
Elveda hayatım, mutluluğum, elveda neşem.
“İnsanlar Kader’e nasıl inanmaz bilmem,
Oysa öyle bir yoluna kor ki işleri,
Yanında yoksul kalır insanların düşleri.
Kimisi der, olsun sınırsız malım mülküm,
Ya hastalık getirir parası ya da ölüm.
Kimisi hapisten çıkar, eve gider özgür,
Ve uşakları tarafından yakalanıp öldürülür.
Saymakla bitmez bu şekilde başımıza gelenler,
Ne için dua ettiğimizi bildiğimiz çok ender.
Yollarımız körkütük bir sarhoşun yolu, sarhoş
Bir yerlerde bir evi olduğunu bilir pekâlâ, iyi hoş
Ama o eve nasıl gideceğidir asıl sorun,
Sarhoşlar için zemini fazla kaygandır yolun.
İşte böyle halimiz, işte dünyanın hali,
Ne coşkulu ararız mutluluğu, ahh ne istekli,
Yanlış adımlar atmaktan yine de kurtulamayız sık sık,
İnsanım ben ve herkes gibi ben de aptallık
Edip, hapisten bir çıkabilsem diyordum keşke,
Çok güzel olurdu o zaman her şey, çok daha başka.
Ama bak şimdi ayrı düştüm sevgiliden,
Bir daha göremeyeceğim güzel Emily’den.
Çaresizim şimdi ve değilim bir ölüden farklı.”
Diğer taraftan Palamon, zavallı,
Haber aldığı zaman Arkita’nın gittiğini
Çok üzüldü. Yerden yere attı kendini
Ve öyle bir uludu ki hapsolduğu kule
Çın çın çınladı onun feryadı ile.
Ayak bileklerine bağlı zincir
Parıldıyordu gözyaşları üstüne damladıkça bir bir.
Şöyle diyordu: “Arkita, sevgili kuzen,
Kozlarımızı paylaştık, kârlı çıktın bu işten.
Thebes’tesindir şimdi Tanrı bilir,
Anayurdumuzda ve kuşlar kadar özgür;
Ve bana acımıyorsundur şu kadarcık,
Akıllı ve kararlı bir adam olarak artık,
Halkımızı ve yakınlarımızı örgütler,
Başlarına geçip Atina üzerine bir sefer
Düzenlersin; ani bir saldırı sonucu bir anlaşma
Gereği yahut silah zoruyla, Emily karın olursa şaşma.
Eh, artık özgür bir prens olduğuna göre,
İmkanın var ve zamanın böyle şeylere.
Bense burada böylece kapanıp kafesime,
Mapusluğun çilesine katlanacağım son nefesime
Kadar ve aşkın katlanılmaz ıstırabına.
Ah bu düşünce çıkartır dertlerimi iki katına.”
Bu düşünceler kıskançlık duygusunu ateşledi,
Tutuştu göğsü, yüreği yanmaya başladı.
Yüzü sarardı soldu, çılgınca çarptı kalbi,
Kül gibi soğudu, sarardı şimşir ağacı gibi.
Ve olanca gücüyle haykırdı “Ey zorba tanrılar!
Bir sözünüz dünyayı size kul köle kılar,
Kazıyamaz, silemez insanların tırnakları,
Taş tabletlerdedir toplantılarınızın tutanakları.
Aşağıda bekleşen koyun sürüsünden başka size
Neyi ifade ediyor insan soyu, söylesenize?
Hayvanlar gibi boğazlanıyor insanlar da,
Savaşlarda öldürülüyor, tutuklanıp çürüyor zindanlarda.
Bazen bir hastalık veya şanssızlık yetiyor hepsine,
Çokluk ölüyorlar ama pisi pisine.
Her şeyi bildiğiniz söyleniyor çok önceden,
İşkence ediliyor masumlara öyleyse neden?
Şikâyetlerim bu kadarmış gibi bir sanrıya
Kapılmayın, ödenecek borçlarım var bir de Tanrı’ya.
Dünyevi arzularımdan vazgeçmem gerek,
Oysa hayvanlar bile daha fazla zevk
Alıyorlar dünyadan. Çünkü ölümden sonra
Istırap ve gözyaşı yok onlara.
Oysa insan yaşarken de yeterince çok
Acı çekiyor, zavallı, bundan şüphem yok.
Varsa versin tanrılar bu sorunun yanıtı,
Ama acının yeryüzünde mevcut pek çok kanıtı.
Sayısız hırsızın, sayısız yılanın,
Ahını aldıktan sonra pek çok masum insanın
Elini kolunu sallayarak dolaştığını gördüm, hatta
Yeniden can yaktığına tanık oldum ilk fırsatta.
Ve ben hapislerde çürüyorum tüm bunlara karşılık.
Öfkeyle kudurup bir kıskançlık
Nöbeti sırasında Thebes’li soyumun
Mahvına neden oldular ah o Juno ve eyvah o Satürn!
Duvarları yerle bir şimdi, Thebes viran,
Venüs canımı alıyor benimse diğer yandan.
Kıskanıyor, korkuyorum Arkita’yı düşünüp.”
Şimdi isterseniz Arkita’ya dönüp
Düşünceleriyle baş başa bırakalım Palamon’u,
Ve sırada Arkita’yla ilgili bir konu:
Yaz nasıl olsa geçer ama uzun
Kış geceleridir asıl sorun,
Kamçılar arzularını, ıstırabını çoğaltır
Hapisteki mahkûmun ve kuşlar kadar özgür
Olanın. Bilemem hangisi daha çok acı çekti.
Özetlersek yalnız, şurası bir gerçekti:
Müebbet hapse mahkûm Palamon,
Zincire vurulmuş yatıyordu ve yatacaktı son
Nefesine kadar.
1 comment