yüzyılın başlarında ender de olsa Fransızca ve Latinceden tercüme eserlere rastlanmaya başladı. Bu ilk örnekleri romans tercümeleri izledi. Fakat yüzyılın sonuna doğru İngiliz milli ruhunu yansıtan, tamamen orijinal halk şarkıları doğdu.
Normandiya’nın Fransızlar tarafından işgali Normanların Fransa ’yla bağlarını kopardı ve daha kalabalık olan İngiliz halkıyla kaynaşan Normanlar kendilerini İngiliz olarak görmeye başladılar. Yüz Yıl Savaşları’nın ilk bölümünde (1340-1360) Fransızlara karşı sağladıkları üstünlük İngilizlerin özgüvenlerini artırdı ve 1362’de mahkemelerin İngilizce olarak görülmeye başlanmasının ardından 1363’te Meclis yine anadilde bir konuşmayla açıldı. Böylelikle İngilizce egemenliğini ilan etmiş oluyordu.
Ayrıca Chaucer’ın yaşadığı dönemde İngiliz halkı nüfusu önemli oranda azaltan üç şiddetli veba salgınının pençesine düştü. (Chaucer da bundan bahseder ve elinizdeki kitabın “Genel Giriş” bölümünde Hekim’in vebadan kazandığı parayı bir kenarda sakladığını anlatır.) Nüfustaki bu azalma sonucu işçi kıtlığı ve işçi ücretlerinde artış yapılması zorunluluğu doğdu. Üyelerinin çoğu arazi sahibi olan Meclis’in bu artışı engellemeye çalışması üzerine işçiler Londra’ya yürüdüler. 1381 Köylü isyanı olarak bilinen bu hareketi Chaucer da Aldgate’teki evinden izlemiş olabilir.
Bu dönemde din alanında da bir reform hareketi gerçekleşti. Yoksul halkı avutmak amacıyla ortaya çıkan “Frer”ler (Bölgeci Papaz ya da Dervişler) bu amaçlarını unutup geniş arazilere sahip olmuşlardı. Kilise içinde rüşvet kaygı verici boyutlara tırmanmıştı. Chaucer “Genel Giriş” bölümünde “Para kesendir Baş Piskoposun bahsettiği Cehennem” derken bu durumdan şikâyetçi olmaktaydı. John of Gaunt’un da içlerinde olduğu bazı asillerin kilise gelirlerini düzenlemeyi, ruhban sınıfını devlet işlerinden uzaklaştırmayı planladıkları bu sırada Wyclif yalnızca Kitab-ı Mukaddes’e dayanan bir doktrinle Kilisenin mal edinmesine karşı çıktı. Frerler köy köy dolaşarak vaaz veren ve Yoksul Papazlar diye bilinen Wyclif müritlerinin şiddetli saldırılarına uğradılar.
Bozulan sadece dini kurumlar değildi, yargı kurumları da bu çürümeden payını almıştı. Sırf para kazanmak amacıyla zoraki mahkemeler düzenleniyor, rüşvetle atamalar gerçekleştiriliyordu. Gower bu konuda “... günümüzde adaletin ölçüsü altındır; altın öyle değerlidir ki ben senden daha fazlasını veriyorsam senin haklılığının üç kuruşluk değeri yoktur” diyor. (Coulton, s. 179)
Bu dönemde “şövalyelik” kurumunun durumu da pek parlak değildi. Böyle olmasının sebepleri arasında şövalyelerin savaş alanlarındaki öneminin ortadan kalkması, birliklerinin lağvedilmesi, geçmişte Haçlı Seferleri için toplanan paranın şahsi amaçlar için kullanılması sayılabilir. Ama bunlardan daha da önemlisi tüccar sınıfının kalkınması, şövalyelik ünvanının parayla satın alınabilir bir meta haline gelmesidir. Dönemin önemli kitaplarından olan Piers Plowman’da iddia edildiği üzere bu sebepten dolayı “saf, asil kan” reddedilip “sabun tüccarları ve onların oğulları şövalye oldular.” (Coulton, s. 179) Ticaretin yaygınlaşmasına örnek olarak I. Edward’ın savaşların getirdiği zorluklar karşısında “Benim de herkes gibi alım satımla uğraşmaya hakkım var” demesi gösterilebilir. (Coulton, s. 173) Tüccar sınıfı, bundan da anlaşıldığı gibi, yalnızca şövalyelikte değil yönetimde de yüksek makamlara tırmanmış, buna paralel olarak küçük esnafın itibarı da epey artmıştı. Yine bu kitapta Chaucer’ın hacı adayları arasında gördüğümüz lonca üyelerinin zengin kılıklarından, yanlarında bir de aşçı getirmelerinden ve isterlerse Belediye Meclisi’ne üye olabileceklerinin belirtilmesinden bunu anlayabiliriz.
Bütün bu gelişmelerden başka, söz konusu dönemde İtalya’da gerçekleşen Rönesans ve İngiltere’de kurulan üniversiteler sayesinde bir “ilim uyanışı”ndan bahsetmek yerinde olur. Belki yine bu paragrafta Chaucer’ın ölümünden kırk yıl sonra meydana gelen bir gelişmeden, matbaanın icadından da bahsetmemiz gerekir.
Elinizdeki kitapta yer alan birkaç hikâyenin evlilik konusu etrafında dönmesi nedeniyle evlilik kurumuna da değinmeliyiz. Dönemin yaygın geleneği kadının tek başına kendisini ve mallarını koruyamayacağı düşüncesinden hareketle mallarıyla birlikte, koruma görevini üstlenecek bir erkeğe yani kocasına teslim edilmesiydi. Bunun sonucu olarak çocuk yaşta evlilikler ve beşik kertmeleri ortaya çıkıyordu. Kocasını kaybeden bir kadınınsa uzun süre dul kalması uygun görülmüyordu.
1 comment