Fakat Ortaçağ’da önemli yeri olan Aziz efsanelerine bir örnek oluşturması bakımından ilginçtir.

“Kilise Meclisi Aza Yardımcısı’nın Hikâyesi” Chaucer’ın özgün eseridir. Şairin bu hikâyeyi bir Meclis azasından intikam almak için yazdığı düşünülmektedir. Bir simyacının şarlatanlıklarından söz eden bu hikâye Ortaçağ İngiltere’sinde simyanın yeri hakkında fikir vermesi ve Chaucer’ın bu konuyla da ilgilendiğini göstermesi açısından ilginçtir.

“Vekilharç’ın Hikâyesi” Chaucer döneminde pek yaygın olan “sır veren kuş” hikâyeleri türündedir ve Yedi Bilge’deki hikâyeler arasında da yer alır. Ama Chaucer daha çok Ovidius’un Metamorphoses’inden yararlanmıştır. Hikâyede Phoebus’un, evinde beslediği kargadan karısının kendisini aldattığını öğrenmesi üzerine yaptıkları konu edilir.

“Vaiz’in Hikâyesi” kitabın son hikâyesidir ve Vaiz zevkli bir hikâye sözü vermesine rağmen kendisine ve bu kutsal yolculuğa denk ağırlıkta bir konuşma yapar. Aslında son derece şematik bir vaaz olan bu nesir hikâyede konu Hıristiyanlık anlayışına göre “tövbe” ve çeşitli günahlardır.

Son bölümde Chaucer’ın din dışı olarak nitelendirdiği hikâyeleri için tövbekâr olduğu ve dini hikâyelerini yazma fırsatını verdiği için Tanrı’ya şükran duygularını dile getirdiği Reddiye’si yer alır.

Dil ve Anlatım Özellikleri

Chaucer “Genel Giriş” bölümünde Canterbury’ye Aziz Thomas a Becket’ın mezarını ziyarete giden hacı adaylarını tek tek tanıtır. Bunu yaparken Ortaçağda mevcut “estaat” hikâyeleri diye bilinen belli meslek gruplarının basmakalıp tanımlamalarından yararlanmış olabilir; fakat o bu hazır tiplere, bir iddiaya göre, gerçek hayatta tanıdığı kimselerin özelliklerini katar ve kahramanlarına belirgin bir gerçeklik ve canlılık kazandırır. Bu amaçla en ince ayrıntılara girer, öyle ki Aşçı’nın dizindeki çıbandan ya da Değirmenci’nin beni üzerindeki bir tutam kıldan dahi söz eder. Bunun yanısıra insanların fiziksel yanlarıyla ve karakterleriyle ilgili özellikleri en beklenmedik zamanlarda yanyana sıralar. Örneğin Aşçı’nın çıbanından sözettikten hemen sonra “Ama sütlü peltesiydi en çok gönülleri çelen” der. Böylelikle okuyucunun dikkatini sürekli olarak canlı tutar. Aynı yöntem birbirine zıt karakterleri yan yana getirmesinde de gözlenebilir. Örneğin Üniversiteli Tüccar’la, Bathlı Kadın Çiftçi’yle beraberdir.

“Genel Giriş” bölümünün daha başında Chaucer bazı karakterleri hicveder. Örneğin Baş Rahibe hiç de makamının ve mesleğinin gerektirdiği özellikleri taşımaz. Chaucer onu bu yüzden eleştirirken diğer yandan da onun çekiciliğine hayran kalmış gibidir. The Norton Anthology of English Literature’da şairin yergi ve hayranlık arasındaki dengeyi çok iyi kurduğu, dehasının idealleri yitirmeden hayatı pratik bir bakış açısıyla değerlendirilmesinde yattığı belirtilir.

“Genel Giriş” bölümünde söz ettiğimiz belli başlı özellikler hacı adaylarının anlattıkları hikâyeler için de geçerlidir. Örneğin, “Mübaşir’in Hikâyesi”nde Frer’in oturmadan önce sandalyedeki kediyi kovalaması, “Tüccar’ın Hikâyesi”nde ihtiyar Ocak’ın pörsük gerdanının şarkı söylerken titremesi gibi ayrıntılarda Chaucer’a has bir gerçekçiliğe rastlanır. Yine “Rahibe’nin Yanındaki Papaz’ın Hikâyesi”nde Chanticleer son derece canlı bir şekilde tasvir edilir. Bu defa da kahramanların fiziksel özellikleri karakter özellikleriyle birlikte verilir. Ayrıca hikâyelerin birbirlerine bağlanmasında okuyucunun dikkatini canlı tutma ilkesine uygun olarak aynı havada hikâyelerin ard arda gelmemesine özen gösterilir. Ve tabii “Genel Giriş” bölümünde sergilenen dil ustalığı hikâyelerde de devam eder.

Chaucer zamanında şimdiki gibi tek bir standart İngilizce yoktu ve Chaucer’ın kullandığı dil de sadece bir diyalekt olmaktan öteye geçmiyordu. Örneğin Langland güney Midland, Gawain hikâyesinin şairi kuzey-batı Midland diyalektini kullanıyordu. Chaucer’ın modern okuyucuya daha anlaşılır gelmesi kullandığı diyalektin daha üstün olmasından değil, bugünlere kalan Londra diyalekti olmasından kaynaklanır. “Kâhya’nın Hikâyesi”ndeki kuzeyli öğrencilerin konuşmalarında olduğu gibi bu diyalekt farkını Chaucer kendi amaçları doğrultusunda kullanmayı bilir. Bu bölgesel farklılıklardan söz etmişken, zaman zaman Chaucer’ın Fransız ve İtalyan söyleyiş ve formlarını örnek aldığı, eski İngilizcede önemli yer tutan aliterasyonlu söyleyişe hiç başvurmadığı söylense de “Şövalye’nin Hikâyesi”nde savaş hazırlıklarını anlatırken kuzeyin aliterasyonlu şiirini taklit ettiği görülür.

Ayrıca, hacı adayları kendilerine uygun konulu hikâyelerini yine kendi sosyal sınıflarına, tutkularına ve özentilerine uygun olarak bazen yüksek bir dil, bazen de sokak dili aracılığıyla anlatırlar.

Bugün kullanılan İngilizce tabii olarak Chaucer’ın dilinden oldukça farklıdır. Burada ayrıntısına girmeyi gerekli bulmadığımız bazı gramer kuralları değişmiş ve birçok sözcük kullanım dışı kalmıştır. Ayrıca hem mahkûm hem de hapishane anlamına gelen “prisaun” sözcüğü gibi modern görünüşlü bazı sözcükler okuyucuyu yanıltabilmektedir. Bunlara rağmen Chaucer’ın dili son derece doğal, akıcı, günlük hayatın içinden alınmış, açık ve sadeymiş duygusunu verir. Bunun bir sebebi şairin kullandığı, çağdaşları için son derece entelektüel bazı Latince ve Fransızca sözcüklerin günümüz İngilizcesinin bir parçası haline gelmiş olmasıdır ve aslında Chaucer şiirlerinde döneminin bütün gözde anlatım sanatlarına başvurur. Ne de olsa şiirde orijinal ve bireysel olmak romantik şairlerle bir erdem haline gelmiştir ve Ortaçağda kabul gören şiirler bilinen bir konuyu da anlatsa belli bir disiplin altında yazılanlardır.