ne anlama geliyor?” Verloc görkemli yazı masasına yaklaştı.
Koltuğun yanında hantal hantal dikilerek, “İşçi Sınıfının Geleceği” diye açıkladı; “Bu bir dernek, ilke olarak anarşist değiller, ama her türden devrimci düşünceye açıklar.”
“Sen de içlerinde misin?”
Verloc ağır ağır, “Başkan yardımcılarından biriyim,” diye mırıldandı; Büyükelçilik Birinci Kâtip’i başını kaldırıp ona baktı.
Sert sert, “Kendinden utanmalısın öyleyse,” dedi. “Derneğinizin elinden bu pis kâğıda, biçimsiz harflerle bu saçma sapan kehanetleri basmaktan öte bir şey gelmiyor mu, ha? Neden sen bir şeyler yapmıyorsun? Buraya bak. Bu işleri artık ben üstüme aldım ve sana açık açık söylüyorum: Bundan böyle alacağın parayı hak etmek zorundasın. Stott-Wartenheim’in zamanındaki eski güzel günler bitti artık. İş yoksa, para da yok.”
Verloc kalın bacaklarının garip bir biçimde kesildiğini hissetti. Bir adım geri attı, büyük bir gürültüyle sümkürdü.
Aslında şaşırmış ve korkmuştu. Londra’nın sisinden kurtulmaya çalışan pas kırmızısı güneşi, Birinci Kâtip’in özel odasına ılık bir aydınlık saçıyordu; Verloc sessizlikte pencere camında çırpınan bir sineğin hafif vızıltısını işitti, o yıl gördüğü ilk sinekti bu ve yaklaşan baharı bir sürü kırlangıçtan bile daha iyi müjdeliyordu. Camdaki küçücük çalışkan hayvanın boş yere uğraşıp duruşu, tembelliği tehlikeye düşen bu iriyarı adamın keyfini kaçırmıştı.
Bu duraklama sırasında Vladimir içinden Verloc’un yüzüyle bedenine ilişkin bir dizi aşağılayıcı söz tasarladı. Adam beklemediği kadar bayağı, hantal, küstah ve akılsız çıkmıştı. Tıpkı ücretini istemeye gelen bir sıhhi tesisat ustasına benziyordu. Büyükelçilik Birinci Kâtip’i, ara sıra okuduğu Amerikan mizah kitaplarından, tüm sıhhi tesisat işinde çalışanların dolandırıcılık, tembellik ve beceriksizlik simgesi oldukları düşüncesine varmıştı.
Güvenilir, ünlü casus, müteveffa Baron Stott-Wartenheim’in resmi, yarı resmi ve kişiye özel tüm yazışmalarda D işareti dışında hiçbir adla sanla anılmayacak kadar gizli tutulan adam buymuş demek; uyarılarıyla kralların, imparatorların, grandüklerin çıkacakları gezilerin planlarını, tarihlerini değiştirtebilecek, kimi zaman bunları toptan erteletebilecek kadar güç sahibi, seçkin ajan D buymuş ha! Bu adam! Vladimir, biraz safça bulduğu kendi şaşkınlığını, ama daha çok herkesin eleştirdiği Baron Stott-Wartenheim’i düşünerek, içinden müthiş eğleniyor, muzip muzip gülüyordu. Efendisi yüce İmparatorun teveccüh buyurup isteksiz birkaç dışişleri bakanına yaptığı baskıyla büyükelçi olan müteveffa Baron hazretleri, tüm yaşamı boyunca ciddi görünüşlü, karamsar, safdil biri olmakla ün salmıştı. Baron Stott-Wartenheim kafasını devrimcilikle bozmuştu. Kendini, korkunç bir halk ayaklanması sonrasında, diplomasiyle birlikte neredeyse tüm dünyanın çöküşüne tanıklık etmek üzere Tanrı tarafından özellikle seçilmiş bir diplomat olarak görüyordu. Merkeze gönderdiği kehanetlerle dolu kaygılı raporlar, yıllar boyu Dışişleri Bakanlığı’nda herkesin eğlencesi olmuştu. Ölüm döşeğinde (o sırada ziyaretine dostu ve koruyucusu İmparator da gelmişti), “Ah, bahtı kara Avrupa! Kendi çocuklarının içine düştüğü bu ahlak çöküntüsü yok edecek seni!” diye haykırdığı söylenir. Vladimir, Verloc’a doğru baktı; hafifçe gülümseyerek, Baron hazretlerinin önüne çıkacak ilk dolandırıcı serserinin ağına düşmesi zaten kaçınılmaz bir şeydi, diye düşündü.
Sonra birden, “Baron Stott-Wartenheim’in anısına saygı duyman gerekir senin,” diye bağırdı.
Sinirlenen Verloc’un yere dönük yüzünde ağır, bezgin bir ifade vardı.
“İzninizle belirteyim ki, ben şu anda kesin emir içeren bir mektupla çağrıldığım için buradayım. Son on bir yılda Büyükelçilik’e yalnızca iki kez geldim, ama hiçbir gelişim böyle sabahın on birinde olmadı. Bu şekilde çağrılmam pek akıllıca bir şey değil. Bir gören çıkabilir. Bu işin benim için şaka götürür yanı yok.”
Vladimir omuz silkti.
Verloc öfkeli bir sesle devam etti: “Size hiçbir yararlı hizmette bulunabilme imkânım kalmaz.”
Vladimir yumuşak, ama acımasız bir tavırla, “O senin bileceğin bir şey,” diye mırıldandı. “Hizmette bulunma imkânın kalmazsa, işine son verilir. Evet. Hem de derhal. İşin biter. Seni...” Vladimir kaşlarını çatarak durdu, günlük dilde kullanılan uygun bir ifade bulamamıştı; sonra güzel, beyaz dişlerini gösteren bir gülümsemeyle yüzü aydınlanıverdi. Karşısındakini parçalamak istercesine, “Tekmeyi basar, kapı dışarı ederiz seni,” diye haykırdı.
Verloc bacaklarından aşağı yayılan kesilme duygusuna tüm irade gücüyle bir kez daha direnmek zorunda kaldı (vaktiyle zavallı adamın birine, “Dizlerimin bağı çözülüyor,” dedirterek, pek yerinde bir deyimin bulunmasını sağlayan duygu bu olmalıydı). Bay Verloc bacaklarındaki bu kesilme duygusunu fark edince, başını cesaretle kaldırdı.
Vladimir onun ağır, soru dolu bakışları karşısında hiç istifini bozmadı.
Neşeli bir tavırla, “Milano’daki konferansı canlandırıp harekete geçirecek bir şeyler yapılmasını istiyoruz,” dedi. “Konferansta, siyasal suçların önlenmesine yönelik uluslararası eylem konusundaki görüşmelerin bir yere vardığı yok anlaşılan. İngiltere ayak sürüyor.
1 comment