Haydi!"

Kız kardeşinin titreyen ellerinden bavulunu aldı.

Garın içinden geçerken ikisi de konuşmuyordu. Clarissa henüz düşüncelerini toparlayamamıştı. Babasının imajı onda güç ve parlak üniformayla öylesine özdeşleşmişti ki, birilerinin ondan bunları alabileceği fikri bile imkânsız geliyordu; ondaki ışıltı başka hiçbir şeyde yoktu; yüzünü bilmemesine rağmen bu ışıltı onun çocukluğunu aydınlatmıştı. Babası onun bütün gururu olmuştu. Altın sırmalı yakası olmadan kimsenin tanıyamayacağı babasının gri bir takım elbise içinde, etrafında tüm o renk ve ışıltının parlaklığı olmadan herhangi biri gibi yürüyeceğini düşünemiyordu. Ancak araç Spiegelgasse'ye varmak üzereyken yeniden titrek sesle sordu: "Emin misin, Eduard?" "Neredeyse tamamen," diye yanıtladı Eduard, heyecanını gizlemek için camdan dışarı bakarak. "Kesin olan bir şey var, o da onun istediği ya da arzuladığı her şeyi yapmamız gerektiğidir. Durumunu olduğundan daha da zor hale getirmemeliyiz."

Dördüncü kattaki basit üç odalı evde –Schuhmeister yüksek konumuna karşılık her zaman Spartalılar gibi mütevazı yaşamıştı– kapıyı yaver açtı; yarbayın kendilerini çalışma odasında beklediğini söylerken onun da içi sıkılmış gibiydi. İkisi içeri girdiklerinde babaları masanın başından kalktı, son yıllarda artan miyopluğu nedeniyle ihtiyaç duyduğu gözlüğünü telaşla yerine koyup Clarissa'ya doğru yürüdü. Her zaman olduğu gibi onu alnından öptü. Ama sanki bu sefer daha bir yumuşak ve aynı zamanda daha sıkı şekilde onu kendine doğru çektiğini, adeta ona tutunmak istediğini hissetti Clarissa. "İyi misin?" diye sordu kısaca. "Evet, baba," diye yanıtladı aceleyle, çünkü son hece dilinden dökülürken artık nefesine hâkim olamıyordu. "Oturun," dedi babaları emredici bir tonla iki koltuğu göstererek, kendisi de yazı masasının başına döndü ve daha müşfik bir tonda oğluna, "Sigara içebilirsin. Çekinmene gerek yok," dedi.

İçerisi tamamen sessizdi. Açık olan pencereden Michael Kilisesi'nin saat kulesinin on biri vurduğu duyuluyordu; her üçü de asker gibi dakikti.

Yarbay yeniden gözlüğünü takmış ve önünde duran birkaç yazılı kâğıdı asabi bir şekilde üst üste koyuyordu. Serbest konuşma konusundaki başarısızlığını bildiği için çocuklarıyla yapacağı konuşma için hatırlatıcı notlar hazırlamıştı ve zaman zaman takıldığında onlara bakarak destek alacaktı. Anlaşılan yalnızca ilk sözcükleri ezberlemişti; herhalde bunları doğrudan çocuklarının gözlerinin içine bakarak söylemek istiyordu. Ama bunu başaramadı, gözlük camlarının ardındaki güvensiz bakışları, çocuklarının mahcup bakışlarıyla karşılaşınca bakışlarını hemen yazılara çevirdi.

Başlayabilmek için önce gırtlağını temizledi. "İkinizi" diyerek sesini ağırbaşlı kuruluktan kurtaramadan sözlerine başladı "size, hem sizi hem de beni ilgilendiren bazı bilgiler vermek için buraya çağırdım. İkiniz de yetişkinsiniz ve size söyleyeceklerimin kesinlikle aramızda kalacağını biliyorum. Şimdi öncelikle," –bakışlarını kâğıtlara çevirdi, öyle ki yüzü tam olarak görülmüyordu–, "imparatorluktaki görevimden istifa ettim. İstifa dilekçem bugün ordu sekreterliğine ulaştı."

Duraksadı ve ardından kâğıttan okumaya başladı. "Nerdeyse kırk yıllık meslek hayatımda her zaman dürüst olmaya çabaladım. Asla yalan söylemedim, ne aşağıya ne de yukarıya, ne astlarıma ne de üstlerime, ne en üsttekilere ne de onların da üstündekilere. Bu yüzden siz çocuklarımdan da herhangi bir şeyi gizlememe gerek yok. Ben," –bir an sesi kısıldı–, "ben isteyerek ordudan ayrılmadım. İstifamı generallik rütbesiyle süslemeleri ve belki de arkamdan bana nişanlar takmaları bu gerçeği değiştirmeyecektir. Benim için hiçbir şeyi değiştirmeyecek. İstifa etmem istendi ve bu istek öyle bir iletildi ki, benden kurtulmak istedikleri apaçık belliydi.