Kızlar arasındaki heyecanın tarifi mümkün değildi; başrahibe sinirli ve bembeyaz olmuş yüzüyle yerlerine geçip oturmalarını söyledi. Ve ertesi güne kadar, bu sorumsuz davranışlarına ceza olarak, birbirleriyle konuşmalarını kesinlikle yasak etti. Günün kalan dersleri iptal edilmişti; birdenbire sessizleşmiş olan salonda ürkek gölgeler gibi kalakalan kızlar birbirlerine bakmaya cesaret edemiyordu.

Bu arada başrahibe diğer rahibelerle konuyu görüşüyor, telefon sıkça çalıyordu; Marion diğerlerinden tecrit edilmiş olarak, odada kalmak zorundaydı ve çok sonraları Clarissa iki günlük bir sakinleşme sürecinden sonra, annesinin yanına gönderilme kararının çıktığını öğrendi. Ama bir sonraki gece Marion ve başka bir kızla birlikte aynı odayı paylaşan Clarissa, yarı uykulu halde, adeta odadan bir gölgenin geçtiğini ve şefkatle bir elin kendisini okşadığını hissetti. Ertesi gün Marion kaybolmuştu; daha sonra tespit edildiği üzere bahçe kapısından kaçmıştı. Clarissa heyecanlıydı; göl olayını hatırlıyor ve Marion'un kendisine bir şey yapmış olmasından korkuyordu. Her halükârda bir daha ondan hiç haber alamadı. Polis de hiçbir şey bilmiyordu. Olayın elebaşısı uzun süre aralarında kalamadı, çünkü diğer kızlar, yaptığı şeyin ne denli korkunç olduğunu geç de olsa anlayarak onunla konuşmayı ve selamlaşmayı kestiler.

Bu dönemle ilgili olarak hatırlayabildiği tek şey buydu. Ardından bir yıl daha geçti, monoton ve boş; Clarissa yaz başında okulu bitirmek üzereydi. Ama daha mayıs ayında başrahibe onu nazikçe odasına çağırdı; yarbay babasından bir mektup gelmişti; belirli nedenlerden dolayı hemen okuldan ayrılmasını istiyordu. Aynı zamanda kısa bir de telgraf gelmişti, onu hayrete düşüren ve hatta korkutan telgraf –"Pazar sabah saat on bir de bekliyorum Spiegelgasse'de. Eduard alacak seni trenden"–, çünkü yalnızca olağandışı bir olay, normalde son derece anlayışlı olan babasının böyle kesin bir emir vermesine neden olabilirdi. Huzursuz bir şekilde manastırdan ayrıldı ve böylece ergenlik döneminin sorumsuzluğuna da veda etti.

1912 Yazı

Viyana tren garında ağabeyi onu bekliyordu. Daha tam sarılmadan ağabeyine sordu: "Babamın nesi var?" Eduard tereddüt etti. "Henüz benimle konuşmadı. Sanırım senin de gelmeni bekliyor. Ama aslında ben olayın ne olduğunu tahmin edebiliyorum. Korkarım ona mavi yayı verdiler." "Mavi yay mı?" Clarissa ağabeyine anlamadan baktı. "Evet, bizde emekli edilenler için böyle denir. Uzun zamandır bununla ilgili dedikodular duyuyordum. Ordu gazetesi kuşkusuz yukarıdakilerden destek bularak kitabına saldırdığından beri bakanlıkta ya da Genelkurmay'da istenmediği bilinen bir şey. Daha geçen yıl onu Bosna genel müfettişi olarak sürmek istemişlerdi, ama buna karşı çıkmıştı. Böylece onu görevden aldılar. Bizde sözünü esirgemeyeni sevmezler. İnsanın bir şey olması ya da bir şeyler yapabilmesi onlar için önemli değildir. Önemli olan itaat etmeyi bilmesidir ya da entrikalar çevirmeyi, yoksa köstek olurlar." Normalde açık ve neşeli olan çocuksu yüzünde sert hatlar belirdi, bir saniyeliğine de olsa babasına benzemişti. "Ama şimdi uzun uzadıya sohbet etmeyi bırakalım. Bizi bekliyor. Onun için kolay olmayacak.