İnsan mahvoluyor." Ona daha da sokularak: "Biliyor musun, geçen sene Evian'daydık. Yanımızdaki masada ailesiyle birlikte yakışıklı bir oğlan oturuyordu, son derece zarif, son derece kibar görünen, hizmetkâr ve atların olduğu bir evde büyümüş –sen bunları pek bilmezsin, ama insanın oturuşundan anlaşılır bu. Annesine doğru döndü. Tiyatrodaki gibiydi. Ama tabağının üzerinden hep bana bakıyordu, onun hoşuna gittiğimi hissediyordum ve ben böyleyim işte, birinin hoşuna gitmem beni heyecanlandırır, sevindirir; böyle zamanlarda daha akıllı, daha canlı, daha nükteci olurum, her hareketimi ustalıkla yaptığımı, her sözcüğü daha kolay bulduğumu hissederim, hatta bence böyle zamanlarda olduğumdan daha güzel olurum. Öğleden sonra bana yaklaştı, çok kibar ve biraz yüzü kızararak, kendini tanıttı ve tenis oyununa dördüncü olarak katılmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Akşamları ailesi bize dostça selam veriyordu ve o günden itibaren maman la her gün sohbet etmeye ve onu arabalarına çağırmaya başladılar. Ben de neredeyse sürekli Raoul ile birlikteydim. Ve birdenbire bir öğle üzeri sanki beni görmemiş gibi selam vermeden yanımdan geçip gitti, ailesi de selamı kesti, düşünebiliyor musun Clarissa? Orada oturuyorsun, karşında o çocuk, daha dün oynadığın, sohbet ettiğin, şakalaştığın –niye söylemiyorsam, öpüştük de– tabağının içine bakıyorsun ve ne yaptığını bilmiyorsun, boşuna kafanı yoruyorsun. Ama bu anlattığımın üzerinden neredeyse bir yıl geçti, o zamanlar daha aptaldım ve böyle olgun değildim. Böylece öğleden sonra onun yalnız başına ahırdan geldiğini gördüğüm gibi, doğru yanına gittim ve sordum: 'Raoul, bu ne demek oluyor? Ben size ne yaptım?' Çocukçağız kızarıp bozardı, mahcuplaştı ve ardından soğuk bir şekilde, 'Ailemin sözünü dinlemek zorundayım... ' dedi. Ah ve ben onun suratına bir şamar atamadım. Tahmin edebiliyorum. Muhtemelen annesi bana evlenme teklif etmesinden korktu ve onlar kim bilir hangi kontes hazretleriydi, çok parası olan... Ama öyle olsa da bir insanı paçavra gibi bir kenara atmak olur mu? ... Bunu asla unutmayacağım, asla... O kadar utandım ki, maman'ın benim hakkımda düşünebilecekleri için, kendimden utandım... Delirmiş gibiydim... Yemek yiyemiyordum, hepsini çıkartırdım yoksa... Akşam, maman kumarhaneye gitmişti, kalktım ve gölün kenarına gittim, ayakkabılarımı, çoraplarımı çıkarttım ve... Clarissa, lütfen bunu kimseye anlatma, kimseye, olur mu? Sen akıllı ve anlayışlısın, onlar bunu anlayamazlar. .. Merdivenin ilk basamaklarından suya indim, boğulmak istiyordum... Yalnız başıma o odada olmaya ve onlarla karşılaşmaya, onlarla karşılıklı olarak, masada oturma fikrine katlanamıyordum... Beni binlerinin aşağılamasına katlanamıyorum; herkes tarafından sevilmeye ihtiyacım var, aksi takdirde... Aksi takdirde terk edilmiş, kovulmuş, kovalanmış, korkutulmuş hissediyorum... Biliyorum, bu aptalca... Ama yalnızca sevildiğim zaman yaşayabilirim... Elbette kendimi suya bırakamayacak kadar yüreksizdim...
1 comment