Az önce bahsettiğimiz mülkün yakınlarında ikamet etmekte olan çok güzel bir kadın, Marki'nin aklını o kadar çok meşgul ediyordu ki Marki sanki kendinde değildi. O sene, birliğine katılmamış ve taptığı kadının yaşadığı küçük şehre yerleşmek için Kont'tan ayrılmıştı. Orada, bütün zamanını bu değerli varlığa adıyor; ayakları yerden kesiliyor; önceden, sevgili kardeşinin evine kendisini bağlayan görevlerini ve duygularını bu uğurda feda ediyordu.
Kıskançlık, iğnesini batırdığı zaman aşkın arttığı söylenir. Marki'nin durumu da böyleydi. Fakat, kaderin onun karşısına çıkardığı rakibinin, alçak olduğu kadar tehlikeli de bir adam olduğu söyleniyordu. Metresinin hoşuna gitmek; bu sinsi rakibin dalaverelerinden onu haberdar etmek; kendini körü körüne aşkına adamak; işte bu genç adamı, kendisine tapan ve yokluğuna, kendisinden bu şekilde soğumasına acı acı ağlayan bir kardeşin kollarından bütün yaz boyunca uzaklaştıran ilişkiler ve nedenler bunlardı. Kont, Marki'den hiç haber alıyor muydu? Ona hiç yazıyor muydu? Ya da Kont'un gözünü açmasını sağlayacak; kardeşinin aklının başından gittiğini, kendisinden yavaş yavaş uzaklaştığını ifade edecek bir söz duymuş muydu? Bu soruların yanıtları, hiçbir zaman bilinemedi. Oysa Kont, topraklarında sakince, her zamanki hayatını sürdürüyordu. Kitaplar; uzun yürüyüşler; sık sık gerçekleşen hayırseverlik işleri... Tek uğraşı bunlardı. Bu şekilde yaşayarak, en azından kendisini memnun ediyor ve sırf bu yüzden bile kardeşinden, sürekli olarak çalkantılı bir yaşam içinde savrulan ve kendini tanımak için çok az zaman bulan Marki'den, çok daha mutlu bir yaşam sürüyordu.
Bir gün Kont, çok ilginç bir okumaya dalıp, güzel havanın da etkisiyle evinden iyice uzaklaştıktan sonra, geri dönmeye karar verdiğinde topraklarının sınırından iki fersah, şatosundan da altı fersahtan fazla bir uzaklıkta, ormanın kuytu bir köşesinde, hiçbir yardım olmaksızın kendisini evine götürecek yolu bulmasının imkânsız olduğu bir hale düştüğünde, olaylar bu aşamadadır. Kont içine düştüğü bu duruma şaşırmış olarak etrafına bakınırken, yüz adım ötede bir köylü evi gördü. Hem fikir sormak; hem de birkaç dakika dinlenmek için hemen bu eve doğru ilerlemeye başladı.
Eve vardı; kapıyı açtı; bu viranenin en güzel bölümü olan berbat bir mutfağa girdi ve hassas ruhu orada, çok ilginç bir manzarayla karşılaştı. Bu manzara onu çok etkiledi. Ay gibi güzel on altı yaşındaki bir genç kız, annesi olduğu anlaşılan, kırk yaşlarındaki baygın bir kadını kollarının arasında tutuyor ve çok büyük bir acıyla ağlıyordu. Bu kız, Kont'u görünce bir çığlık attı.
"Annemi benden ayırmak için mi geldiniz? Her kimseniz ve eğer amacınız buysa, benim canımı alın; fakat bu zavallıya dokunmayın," dedi.
Bu sözleri söyledikten sonra, Kont'un ayaklarına kapanan Annette, kollarını havaya kaldırır ve Kont'la annesi arasına bir kale gibi dikilerek, ona yalvarmaya başladı.
Yersiz bir korkunun belirtileri olan heyecan ve şaşkınlık içindeki Kont:
"Yavrum, aslında ben sizi bu kadar telaşlandıran şeyin ne olduğunu bilmiyorum. Benim değerli dostlarım, sıkıntılarınız her ne olursa olsun, Tanrı beni size bir düşman olarak değil; fakat bir koruyucu olarak gönderdi," dedi. Annette, kendine gelmiş olan ve korku içinde bir köşeye büzülmüş bekleyen annesine koşarken, "Bir koruyucu! Anneciğim, işitiyor musunuz? Bu beyefendi bizi koruyacağını söylüyor. Çok dualar ettiğimiz Tanrı'nın, sesimizi duyduğunu; bizi koruması için kendisini gönderdiğini söylüyor!" diye bağırır ve Kont'a dönerek:
"Ah, Bayım! Bize yardım etmeniz ne yüce bir davranış; yeryüzünde bizim kadar dertli iki insan daha yoktur. Bize yardım ediniz bayım. Yardım ediniz bize. Bu fakir ve namuslu kadın, üç günden beri hiçbir şey yemedi. Zaten ne yiyebilirdi ki? Yemek yiyebilecek duruma geldiğinde, ona ne verebilirim ki? Evde bir parça ekmek bile yok. Herkes bizi yüzüstü bıraktı. Hiç şüphesiz bir başımıza öleceğiz. Oysa Tanrı biliyor ki biz tamamen masumuz! Ne yazık ki, zavallı babam... İnsanların en namuslusu ve aynı zamanda en bahtsızı... Bizden daha fazla suçlu değil...Ve yarın, belki... Ahh! Bayım! Hayatınızda bizimki kadar yoksul bir eve girmemişsinizdir...Tanrı'nın her zaman bahtsızların yanında olduğunu söylerler; oysa görüyorsunuz ki biz, yüzüstü bırakıldık."
Cümlelerinin devamını getiremeyen bu kızın perişanlığını ve annenin içler acısı halini gören ve bu yoksul evde kesinlikle kötü bir olay geçtiğini düşünen Kont, bunun, sahip olduğu yumuşak ruhu, bu ruhun yakından tanıdığı yardımseverlik erdemini gösterebileceği bir fırsat olduğunu görür ve bu iki kadından sakinleşmelerini rica eder; sakinleşmelerini sağlamak için, bu işi bizzat ele aldığını defalarca tekrarlar ve başlarından geçen olayı anlatmalarını ister. Böyle beklenmedik bir mutluluğun yarattığı heyecanın ardından yeniden, oluk gibi gözyaşı döken Annette, Kont'tan oturmasını rica eder ve böylece, ailesinin başına gelen korkunç felaketin hikâyesini anlatır.
1 comment