Annem şemsiyesiyle gölgenin altına vuruyor. Ama gölgede hareket yok. Yine yanındaki hanıma dönüyor.

“A, kaçmadı.”

“Neden acaba?”

“Yavru olacak mutlaka.”

“…”

“Anne, ben kuşu isterim!” diye tutturuyorum. O zaman annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni kollarımın altından tutuyor ve küçük bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki:

“Aniden tut ha!”

Başım hemen tentenin hizasını aşınca gözlerim kamaşıyor. Ellerimi uzatıyorum. Tutuveriyorum. Bu beyaz bir kuş… Annem alıyor elimden, öpüyor, sarı saçlı hanım da öpüyor, ben de öpüyorum.

“A, zavallı daha yavru.”

“Martı yavrusu.”

“Uçamıyor olmalı.”

“Denize düşerse boğulur.”

“…”

Diğer kadınlar da söze karışıyor, “Yaşamaz!” diyorlar. Annem beyaz kuşu “A zavallı, a zavallı!”, diye uzun uzun sevdikten sonra benim kucağıma veriyor.

“Eve götürelim, belki yaşar”, diyor, “ama sakın sıkma yavrum.”

“Sıkmam.”

“İşte böyle tut.”

Gümüş maşacığına ince bir sigara takıyor. Yanındaki hanımla yine lafa dalıyor. Kuşcağızın tüyleri o kadar beyaz ki… Dokunuyorum... Kanatlarının kemikleri belli oluyor. Ayakları kırmızı. Kaçmak için hiç çırpınmıyor, şaşırmış. Gözleri yusyuvarlak. Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir şey yemiş de artığı kalmış gibi sarı bir iz var. Boynunu uzatarak etrafa bakmaya çalışıyor. Ben o zaman gözlerimi anneme kaldırıyorum. Yanımdaki hanımla gülerek konuşuyorlar. Benimle ilgilenmiyor. Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunu yavaşça elimle tutuyorum. Bütün gücümle sıkmaya başlıyorum. Kanatlarını açmak istiyor. Öteki elimle onları da tutuyorum. Mercan ayakları dizlerime batıyor. Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum. Dişlerimi, kırılacak gibi, sıkıyorum, gık diyemiyor. Sarı kenarlı gagacığı titreyerek açılıp kapanıyor. Pembe sivri dili dışarı çıkıyor. Yuvarlak gözleri önce büyüyor, sonra küçülüyor, sonra sönüyor… Aniden, kasılmış ellerimi açıyorum. Beyaz kuşcağızın ölüsü pat diye yere düşüyor.

“…”

Annem dönüp eğiliyor.