Kocası, “Yok!” diye ısrar etti. “Benden hiçbir şey gizleme. Bir derdin mi var, bir şeye mi sıkılıyorsun? Evde herkes, sendeki bu değişmenin farkına vardı. Bana güven, Irene.”

Sezdirmeden karısının yanına yaklaşmıştı, Irene, kocasının parmaklarının çıplak kolunu bastırıp okşadığını hissetti; erkeğin gözlerinde garip bir ışık yanıyordu. Irene, birdenbire, içinde, kocasının dinç vücuduna atılmak, ona sarılmak, her şeyi itiraf etmek, ıstırap çektiğini gördüğü şu anda kendisini affedene kadar onu koyvermemek isteğini duydu.

Ama ampulün ölgün ışığı yüzüne vuruyor, Irene utanıyordu. Doğruyu söylemekten korktu.

“Üzülme, Fritz!” dedi.

Çıplak ayaklarına kadar bütün vücudu tir tir titrediği halde gülümsemeye çalışıyordu. “Sadece biraz sinirliyim. O da geçer.”

Irene’yi saran el, hemen geri çekildi. Irene kocasına bakınca ürktü: Kocasının yüzü, ölü ışıkta sapsarı görünüyor, alnı karanlık düşüncelerin koyu gölgeleriyle kaplı bulunuyordu. Fritz, usulca ayağa kalktı.

“Bilmem ama, bugünlerde bana söyleyecek bir şeyin var sanıyordum. Yalnız sana ve bana ait bir şey. İşte şimdi yalnızız, Irene.”

Irene yatıyor, bu ciddi ve örtülü bakışlarla hipnotize edilmiş gibi hiç kımıldamıyordu. Hissediyordu: Her şey düzelebilirdi, bir söz söylemesi yeterli, affet demesi; kocası sebebini sormazdı bile! Ama neden ışık yanıyordu, bu ulu orta, küstah, kulağı kirişte ışık? Karanlıkta söyleyebilirdi, bunu hissediyordu. Fakat ışık, kuvvetini kırıyordu.

“Şu halde bana bir şey, hiçbir şey söylemeyecek misin?”

Kocası ne kadar korkunç baştan çıkartmaya çalışıyor, ne kadar yumuşak sesle konuşuyordu. Onun böyle konuştuğunu ilk defa işitiyordu. Ama ışık, ampul; bu sarı, hırslı ışık!

Irene kendine hâkim oldu. “Aklına neler de geliyor!” dedi. Bunu söyleyince de kendi sesinin inceliğinden kendisi ürktü. “Uykularım bozuk diye birtakım sırlarım mı olması gerek? Yoksa hatta maceralarım mı var sanıyorsun?”

Sözlerindeki bozuk, sahte ahenkten dehşete düşmüştü, bütün benliğiyle kendinden korktu. Elinde olmaksızın gözlerini kaçırdı.

Kocası, sert ve kısa, “Eh, iyi uykular!” dedi. Bunu bambaşka bir sesle, bir tehdit ya da fena ve tehlikeli bir alay gibi söyledi.

Sonra ışığı söndürdü. Irene, onun beyaz gölgesinin kapıda kaybolduğunu gördü: Sessiz, donuk ve bir hayalet sanki. Kapı kapanırken Irene, bir tabut kapanıyormuş gibi oldu. Bütün dünya ona ölü, oyuk göründü. Yalnız donmuş vücudunun içlerinde kendi kalbi, göğsüne göğsüne küt küt atıyor, bu kalbin her atışı acısına acı katıyordu.

• • •

Ertesi gün hep beraber öğle yemeğine oturmuşlardı ki –çocuklar kavgaya tutuşmuş, güç bela yatıştırılmışlardı– hizmetçi kız bir mektup getirdi. Mektubu bayana uzattı, cevap beklediklerini söyledi. Irene tanımadığı yazıyı hayretle gözden geçirdi, hemen zarfı açtı, daha ilk satırda sarardı. Bir hamlede ayağa kalktı, odadakilerin ortak hayretinden, heyecanının bir gaflet olduğunu, kendini ele verebileceğini anlayınca daha da korktu.

Mektup kısaydı. Üç satır: “Size bu mektubu getirene lütfen ve derhal 100 kron veriniz!” Ne imza vardı, ne de tarih. Değiştirildiği belli bir yazı ile sadece o müthiş ve kesin emir! Bayan Irene parayı getirmek için odasına koştu; fakat para kutusunun anahtarını nereye koyduğunu unutmuştu, çekmecenin bütün gözlerini deli gibi altüst etti, nihayet buldu.