Çelik adımlarıyla kaygısız, sessizliği adımlayan duvar saati Irene’nin kalbine, muntazam, tasasız, emin ahenginden, gizli gizli bir şeyler veriyordu.

• • •

Ertesi sabah kocası bürosuna, çocuklar gezmeye gidip de nihayet yalnız kalınca aydınlık kuşluk vaktinde yeniden düşünme neticesi, o korkunç karşılaşma; taşıdığı dehşetten çok şey kaybetti. Bayan Irene önce peçesinin çok kalın olduğunu; yüz hatlarını iyice görmenin, bu hatları tekrar tanıyabilmenin o kadın için bu bakımdan imkânsız bulunduğunu düşündü. Bu böyle olunca da tehlikeden korunmak için sakin, tedbirler tasarladı. Bir daha asla âşığının evine gitmeyecekti, ilk planda bir baskın ihtimali bu şekilde önlenirdi. Şu halde ortada sadece, kadınla bir ikinci tesadüf karşılaşması kalıyor, otomobille kaçtığı için kendisini takip edememiş olduğundan, bu da imkânsız görünüyordu. Kadın ne ismini, ne de oturduğu yeri bilmediği gibi, yüzünü belli belirsiz gördüğüne göre yanılmasız bir tanıma korkusu da olamaz. Hem bu çok uzak ihtimal için de hazırlıklıydı Bayan Irene. O takdirde artık korku mengenelerinden kurtulmuş, gayet serbest –buna hemen karar verdi– sükûnetini muhafaza ve her şeyi inkâr edecek, soğukkanlılıkla bir yanılma iddiası tutturacak, âşığına gittiğine dair ortada başkaca bir delil pek bulunmayacağı için o kadını şantaj yapmakla suçlayacaktı. Bayan Irene’nin başkentin en tanınmış avukatlarından birinin karısı olması boşuna mıydı? Kocasının meslektaşlarıyla yaptığı konuşmalardan yeteri kadar biliyordu ki, şantajlar ancak anında ve alabildiğine bir soğukkanlılıkla boğulabilir; çünkü her gecikme, tehdit edilenin göstereceği her tedirginlik belirtisi, sadece hasmın üstünlüğünü artırır.

Aldığı ilk karşı tedbir, âşığına kısa bir mektup yazmak oldu: Yarın, sözleştikleri saatte, daha sonraki günlerde de gelemeyeceğini bildirdi. Âşığının muhabbetinde bu derece aşağılık, değersiz bir kadınla halef selef olmaktan doğan o azaplı keşiften sonra, gururu harekete geçmişti. Kinci bir duyguyla kelimeleri tartarak, âşığına tekrar gideceği tarihi aşağı yukarı keyfinin isteyeceği bir zamana bağlarken kullandığı o soğuk ifadedeki öç alma edasına seviniyordu.

Tanınmış bir piyanist olan bu genci bir gece bir toplantıda tanımış, o tarihten az sonra da pek öyle istek duymadan, âdeta farkında olmadan onun metresi olmuştu. Aslında ne kanı onun kanını çekmiş, ne de vücuduna şehvetli veya pek öyle ruhi bir duyguyla bağlanmıştı. Kendini ona ne ihtiyaç duyarak, ne yanıp tutuşarak teslim etmiş; sırf iradesi karşısında mukavemet uyuşukluğu, bir çeşit rahatsız edici merak yüzünden boyun eğmişti. Ne evliliğindeki mutlulukla tam tatmin edilen kan, ne kadınlarda çok rastlanan, manevi ilişkilerde sararıp solmak! Ruhunda bir âşık peylemek ihtiyacını bunlar yaratmamıştı. Varlıklı, kültürce kendisinden üstün bir kocanın, iki çocuğun yanında mutluydu tamamen. Rahat, ferah, asude bir hayatı, uyuşuk ve memnun sürdürüp gidiyordu. Ama havada nasıl boğuculuk veya fırtına gibi insanı tahrik eden bir ölgünlük de varsa, mutluluğun da felaketten daha ayartıcı bir yumuşaklığı olur. Tokluk, tahrikte açlığa eşittir. Hayatının tehlikesizliği, eminliğidir ki Irene’de maceraya karşı merak uyandırdı.

İşte bir başına çoğaltamadığı o memnunluk dakikalarında bu genç adam; onun; erkeklerin, şahsındaki dişiyi özlemeyip de sadece hararetsiz şakalar, ufak tefek âşıktaşlıklarla şahsındaki “güzel kadına” tapındıkları o burjuva çevresine giriverince, genç kızlık günlerinden beri ilk defa tekrar kendini, ruhunun ta derinlerinden heyecanlanmış hissetti. Bu gençte onu kendine çeken tek şey, ihtimal, düzgünlüğü fazlaca ilginç yüzünde belirip kaybolan bir hüzün gölgesi olmuştu. Kendini tok ve burjuva insanlar tarafından çevrilmiş hisseden Irene için bu hüzünde o daha üstün âlemin idrakı bulunuyor; Irene elinde olmadan, gündelik duyguların kenarından bu idraki seyretmeye eğiliyordu. Bir ânın hayranlığına bağlı bir kompliman, belki yakışacak şekillerden daha hararetli olduğu için piyanistin başını piyanodan kaldırıp Irene’ye bakmasına vesile olmuş, delikanlı ilk bakışta onu bulmuştu. Irene ürkmüş, aynı zamanda bütün korkuların şehvetini hissetmişti. İçinde her şeyin sanki yeraltı alevleriyle ışımış kızışmış göründüğü bir konuşma, uyanmış merakını öylesine meşgul ve tahrik etmişti ki, umumi bir konserde yeni bir karşılaşma karşısında kaçmamıştı. Sonra daha sık görüştüler, bu görüşmeler çok geçmeden birer tesadüf olmaktan çıktı. Piyanist kaç kere söylemişti: Anlayan, yol gösteren bir kadındı Irene; bu yanıyla gerçek bir sanatçının, yani onun gözünde büyük bir değeri olmaktan duyduğu iftihar; aradan birkaç hafta geçince Irene’de, gencin, son eserini evinde yalnız başlarına Irene’ye çalmak teklifine karşı pek erken bir güven yarattı. Gencin vaadi, niyet bakımından belki yarı yarıya samimiydi ama öpüşler nihayet Irene’nin gafil avlanmış teslimiyeti karşısında unutuluverdi. Irene’nin duyduğu ilk his, böyle ansızın şehvete sapmanın verdiği korku oldu. İlişkilerini kollayan esrarlı ürperti birden dağılıvermiş; bu iradesiz ihanetteki suçluluk şuuru, ilk defadır ki, bizzat verdiği kararla –öyle sanıyordu– içinde yaşadığı burjuva sınıfını reddetmiş olmanın gıdıklayıcı övüncünde ancak kısmen yatışmıştı. Kendi adiliği karşısında duyduğu, ilk günlerde yıldığı o korkuyu bu övünç, kuvvetlenmiş bir gurura çevirdi.