Şu var ki, bu esrarlı heyecanların tam gerginliği, yalnız ilk anlarda kalıyordu. İçgüdüsü alttan alta bu adama, en çok onda bulduğu yeni tarafa, merakını asıl çekmiş başkalığa karşı dayatıyordu. Piyanosunu dinlerken kendisini mest eden tutku, vücutların yaklaşmasında onu rahatsız ediyordu; bu ani ve hâkim kucaklamalardan hiç de hoşlanmıyor, bu kucaklamalardaki inatçı pervasızlığı kocasının, seneler sonra hâlâ çekingen, saygılı ihtirasıyla elinde olmadan karşılaştırıyordu. Ama bir kere sadakatten ayrılmıştı işte: Ne mutluluk, ne hayal kırıklığı duymadan, bir nevi görev duygusu, alışkanlığın verdiği bir nevi uyuşuklukla tekrar tekrar bu genç adama gidiyordu. Aradan bir iki hafta geçince âşığını, hayatının bir kısmına dikkatle yerleştirmiş, kaynanasıgillere olduğu gibi ona da haftanın bir gününü ayırmış bulunuyordu. Ama bu yeni ilişki yüzünden kurulu düzenini bozmamış, sanki hayatına yalnız yeni bir şey eklemişti. Bu âşık, çok geçmeden, varlığının rahat mekanizmasında artık hiçbir şeyi değiştirmez olmuş, ılımlı mutluluğunun bir kolu, üçüncü bir evlat veya bir otomobil yerine geçmiş, bu macera onun gözünde az sonra meşru bir haz gibi basitleşmişti.
Şimdi bu macerayı, gerçekteki bedeli olan tehlikeyle ödemek zorunda olduğu için, maceranın değerini hasisçe hesap etmeye başladı. Talihin şımarttığı, ailesinin nazlı büyüttüğü, paraca sıkıntıda olmadıkları için her dileği gerçekleşmiş biri sıfatıyla karşılaştığı hüsranın ilk sıkıntısı ona pek ağır gelmişti. Ruhi tasasızlığından fedakârlığa yanaşmamış, selameti rahatı için âşığını hemen feda etmeye hazırlanmıştı.
Âşığının cevabı, hemen o gün ikindiye doğru birisiyle yolladığı o telaşlı, sinirli, tutuk mektup; yalvarışlı, sızlanışlı, suçlamalı o mektup, Irene’yi bu maceraya bir son vermek kararında yine tereddüde düşürdü; çünkü bu ihtiras gururunu okşuyor, erkeğin coşkun kahırlanışına hayran oluyordu. Âşığı en ısrarlı kelimelerle hiç değilse ayaküstü bir buluşma rica ediyor, şayet bilmeyerek işlediği bir kabahatle kendisini kırmışsa suçunun ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Irene bu durumda, yeni bir oyun oynayarak ona surat asmakta devam etmek, sebep göstermeyeceği bir çekinmeyle kendini, âşığının gözünde daha da kıymetlendirmek sevdasına kapıldı. Onu bir pastaneye çağırdı. Birdenbire, genç kızken, bu pastanede bir aktörle buluştuğunu hatırladı; şimdi iffeti, tehlikelerden uzak oluşu ile bu eski randevu ona çocukça görünüyordu. İçinden gülümseyerek düşünüyordu: Evlilik yıllarında kuruyup kalmış romantizmin, hayatında şimdi yeniden yeşermeye başlaması ne garip! O kadınla dünkü o sert, kaba karşılaşmasına içten içe seviniyordu âdeta. O karşılaşmada, çoktandır ilk defa, güçlü bir duygu onu öylesine etkilemişti ki, başka zaman gevşek sinirleri geriliyor, titriyordu sanki hâlâ.
• • •
Karşılaşacak olursa kadının hafızasını yanıltmak için, bu sefer koyu renk, dikkati çekmeyecek bir elbiseyle başka bir şapka giydi. Daha da tanınmaz hâle gelmek için bir de peçe hazırlamıştı, ama ani bir direnmeyle peçeden vazgeçti. Onun gibi saygılı, itibarlı bir hanım, hiç tanımadığı bir kadının korkusundan sokağa da mı çıkamayacaktı?
Geçici bir korku hissine, ancak sokağa ayak bastığı ilk saniyede uğradı: Vücudu dalgalara bırakmadan önce ayak uçlarını, yoklayarak suya değdirirken duyulan o hışırtılı soğukluğun sinirli ürpertisini duymuştu. Bu soğukluk ancak bir saniye sürdü, sonra ansızın içinde garip bir sevinç yükseldi: Hafif, kuvvetli, esnek adımlarla yürümenin, aslında yabancısı olduğu açık ve dik adım atmanın hazzını yaşadı. Pastanenin bu kadar yakın oluşuna âdeta üzülüyor, çünkü bir irade şimdi ritmik bir şekilde onu maceranın esrar dolu, mıknatıslı kucağına doğru itiyordu. Fakat buluşmaya ayırdığı zaman sınırlı olduğu gibi, kanında duyduğu hoş bir emniyet de ona, âşığının kendisini çoktandır beklemekte olduğunu müjdeliyordu. Pastaneye girdiği zaman bir köşede oturmakta olan âşığı, Irene’de hem hoş, hem de can sıkıcı bir etki yaratan bir heyecanla yerinden fırladı, Irene, âşığının gönlündeki heyecan kargaşalığından boşalan hararetli soru, sitem yığını karşısında ona, sesini yavaşlatmasını hatırlatmak zorunda kaldı. Gelmeyişinin asıl sebebini sezdirmeksizin, Irene, müphem ifadesiyle genci, daha da alevlendiren imalarda bulunuyordu. Âşığının arzularına bu sefer hiç yanaşmadı; bu esrarlı ve ani çekilmesinin âşığını pek fazla tahrik ettiğini sezdiği için, vaatlerde bulunmaktan bile çekindi hatta. En ufak bir sevgi bağışında bulunmadan veya bunu sadece vaat bile etmeden, yarım saat sürmüş hararetli bir konuşmadan sonra ondan ayrıldığı vakit, yalnız genç kızlığında tanıdığı çok garip bir hisle için için tutuşuyordu. Ona öyle geliyordu ki ta derinde ufak, karıncalanan bir alev parlamakta, ateşin başını kuşatabilmesi için, sadece kendisini körükleyecek rüzgârı beklemektedir. Yürürken, sokağın kendisine fırlattığı her bakışı acele kabulleniyordu. Birçok erkeği kendine baktırmanın beklenmedik zaferi kendi yüzünü görmeye onda öyle bir merak uyandırdı ki, nihayet bir çiçekçi dükkânının vitrinindeki ayna önünde durup kırmızı güllerle, üzerinde çiy taneleri pırıldaşan menekşelerin ortasında, kendi güzelliğini seyre koyuldu. Genç kızlık günlerinden bu yana kendini bu derece hafif hissettiği olmamış, bütün algılarında böylesine bir canlılık duymamıştı. Ne evliliğin ilk günleri, ne âşığının kucaklamaları vücudunu bu şekilde kıvılcımlarla kamçılamamıştı. Şimdi kanındaki bu nadir hafifliği, tatlı büyülenmişliği düzenli saatler uğruna yitirmek düşüncesi, ona dayanılmaz bir azap veriyordu.
1 comment