Yorgun, yoluna devam etti. Evinin önünde ateşli havayı, bu saatin perişanlığını göğsünü gererek bir kere daha teneffüs etme, maceranın durulmak üzere olan son dalgasını ta gönlünde hissetmek için, çekingen, bir kere daha durdu.

Birden birisi omzuna dokundu, Irene arkasına baktı. Ansızın o pis suratı görünce müthiş korkarak kekeledi: “Yine… Yine ne istiyorsunuz?” Başına iş açacak bu kelimelerin kendi ağzından çıktığını duymak, onu daha da korkuttu. Çünkü tekrar rastlayacak olursa kadını tanımazdan gelmeyi, her şeyi inkâr etmeyi, bu şantajcıdan yılmamayı aklına koymuştu... Fakat artık çok geç!

“Yarım saattir burada sizi bekliyorum, Bayan Wagner!”

Kendi adını işitince Irene irkildi. İsmini de, adresini de biliyordu kadın. Artık her şey mahvolmuş, hiçbir kurtuluş ümidi kalmamıştı.

“Yarım saattir bekliyorum, Bayan Wagner!”

Tehditli bir azar gibi, kadın, sözünü tekrarladı. “Ne istiyorsunuz... Benden ne istiyorsunuz?”

“Siz daha iyi bilirsiniz, Bayan Wagner!” İsmini, duyunca Irene bir daha ürperdi. “Niçin geldiğimi siz çok iyi bilirsiniz.”

“Onu tekrar görmedim ben... Bırakın beni... Onu artık hiç görmeyeceğim... Hiç...”

Kadın, Irene o heyecan içinde daha fazlasını söyleyemez oluncaya kadar, sakin bekledi. Sonra bir hizmetçiye çıkışır gibi kaba, konuştu:

“Yalan söylemeyin! Pastaneye kadar arkanızdan geldim.”

Irene’nin gerilediğini görünce daha alaycı, ilave etti: “İşim gücüm yok ki benim. Çalıştığım yerden kapı dışarı ettiler, yer yokmuş, kibar bayanlar gibi...”

Kadın bunları Irene’nin kalbine saplanan soğuk bir hainlikle söyledi, Irene, bu alçaklıktaki çıplak hoyratlık karşısında kendini aciz hissediyor; “kadın şimdi yine sesini yükseltir veya kocam çıkagelirse her şey mahvolur!” diye düşünerek, kendini bu düşüncenin girdaplı korkusuna kaptırıyordu. Hemen manşonunu karıştırıp gümüş para çantasını çıkardı, parmaklarına değen paraların hepsini boşalttı.

Fakat küstah el, paraları hissedince bu sefer geçenki gibi itaatli kapanmadı, aksine havada bir pençe gibi açık ve gerili kaldı. Alayla bükülen ağız, kısık ve gürültülü bir gülüşle, “Gümüş çantayı da verin ki paraları düşürmeyeyim!” dedi.

Irene kadının gözlerine baktı, ama yalnız bir saniye. Bu yüzsüz, küstah alay, tahammül edilir gibi değildi. Tiksintinin, yakıcı bir ıstırap gibi bütün vücudunu dolaştığını hissetti. Gitmek, artık bu suratı görmemek istiyordu. Çabuk bir hareketle, başını çevirip kıymetli çantasını kadına uzattı; sonra dehşet içinde koşa koşa merdivenleri çıkmaya başladı.

Kocası henüz eve gelmemiş olduğu için kendini sedire atmak imkânını buldu. Bir çekiç darbesi yemiş gibi hareketsiz, öylece yattı. Ancak dışarda kocasının sesini işitince son kuvvetini kullanarak ayağa kalktı. Otomatik hareketler, boşalmış duyularla öteki odaya sürüklendi.

• • •

Şimdi yanına yöresine bir dehşettir çökmüştü, bu dehşet odalardan çekilmiyor, kıpırdamıyordu. Irene, o korkunç karşılaşmanın safhalarını hafızasına boyuna ve dalga dalga serpiştiren bir sürü boş saatlerde durumunun ümitsizliğini açıkça görüyordu. Kadın onun —bunu nasıl öğrendiğine aklı ermiyordu— ismini, oturduğu yeri biliyordu. İlk sondajlarında bu derece mükemmel bir başarı aldığına göre devamlı bir şantaj için sırdaşlığını çekinmeden kullanacağında şüphe bırakmıyordu. Yıllar yılı hayatına bir kâbus gibi yüklenecek, hatta en ölürcesine çabalayışlarla bile atılamayacaktı; çünkü varlıklı bir adamın karısı olmasına, ayrıca kendi zenginliğine rağmen, bu kadından kendisini kesin olarak kurtaracak parayı, kocasına haber vermeden sağlaması imkânsızdı. Hem sonra kocasının zaman zaman anlattıklarından, davalarından; böyle dolandırıcı, şerefsiz kimselerle yapılan anlaşmaların, sözleşmelerin kıymetsiz olduğunu da biliyordu. Kaçınılmaz sonuç, olsa olsa bir iki ay gecikebilir, ondan sonra sıra aile saadetinin o güzelim yapısının çökmesine gelirdi.