Elinde olmaksızın, kocasının kolunu tuttu, gözlerini kapadı, yaya kaldırımından bekleyen otomobile kadar birkaç adımlık mesafeyi hızlı hızlı yürüdü. Otomobil gecenin ıssızlığına gömülü sokaklardan gürültüyle süzülürken kocasının yanında, ruhundaki ağırlığın kalktığını hissetti; yabancı evin merdivenlerini çıkarken artık kendini emniyette bildi. Birkaç saat için, senelerce önce nasılsa öyle olabilirdi: Zindan duvarlarından tekrar güneşe çıkmış birisinin daha da şuurlu sevinciyle tasasız, şen! Bütün takipleri önleyen bir siperdi burası; içeriye kin, nefret giremezdi; onu seven, sayan, ona hayran olan insanlar vardı burada; hoppalığın parıltılarıyla etraflarına pembemsi ışıklar saçan süslü püslü, kötülük düşünmez insanlar vardı; bir haz havası esiyordu, bu hava işte tekrar Irene’yi de kucaklıyordu. Çünkü içeri girince oradakilerin bakışlarından güzel olduğunu hissetmiş, uzun zamandır mahrum kaldığı şuurlu bir duyguyla daha da güzelleşmişti.

Bitişik odadaki müzik onu çekiyor, yanan derisinden derinlere işliyordu. Dans başlamıştı, farkında bile olmadan kendini kaynaşmanın ortasında buldu. Hayatında hiç böyle dans etmemişti. Bu kasırgalı dönüşler, içindeki bütün ağırlığı dışarı atıyor, ritimler, kollarına, bacaklarına yayılarak genişliyor, bütün vücuduna ateşli hareketlerle soluk aldırıyordu. Müzik duracak olsa sessizlik ona azap veriyordu. Ürperen uzuvlarında sıkıntı yılanı çörekleniyor; serin, yatıştırıcı, yararlı bir suda bir banyo gibi, kendini tekrar kalabalığın içine atıyordu. O hiçbir vakit dans ustası olamamış, figürlerinde çok ölçülü, çok temkinli, çok sert ve ihtiyatlı kalmıştı. Ama bu kurtarılmış neşenin getirdiği sarhoşluk, şimdi bütün beden tutukluklarını gidermişti. Evvelce en çılgın ihtiraslarını kalıplaştıran o çelik bağ, o utanma ve ağırbaşlılık bağı, şimdi ortadan kopuvermiş, Irene kendini engelsiz, kayıtsız şartsız ve ruhen erimiş hissetmişti. Üzerinde kollar, eller hissediyor; dokunup çekilmeleri, konuşmaların soluklarını, gıdıklayıcı gülüşleri, kanında seğiren müziği duyuyordu. Bütün vücudu gerilmişti, öylesine gerilmişti ki giysileri tenini yakıyor; bu sarhoşluğu ruhunun daha derinlerinde çıplak hissedebilmek için bütün kumaşları üzerinden sıyırıp atmak istiyordu.

“Ne oluyorsun, Irene?”

Sendeleyerek, gözlerinde gülümseme, henüz kavalyesinin kucaklayışlarıyla sıcak, başını çevirip baktı. Kocasının hayretten donmuş bakışları, soğuk ve sert, kalbine saplanıverdi. Korktu. Çılgınlığında aşırı mı gitmiş, pervasızlığı bir ipucu mu vermişti?

Kekeledi: “Yani… Ne gibi, Fritz?”

Kocasının bakışındaki, gittikçe derinlere işleyen, şimdi ta içinde, kalbinde hissettiği ani darbeden afallamıştı. Bu gözlerin azap veren azmi önünde haykırası geliyordu.

Neden sonra, kocası, “Tuhaf şey!” diye mırıldandı. Sesinde kapalı bir hayret seziliyordu. Irene, kocasına, ne demek istediğini sormaya cesaret edemedi. Fakat kocası bir şey söylemeden uzaklaşınca; üstte sinirleri belli ve katı bir ense oluşturmuş geniş, sert, dik omuzlar karşısında titredi. Zihnine delice saplanan “bir katil omzu gibi” düşüncesini hemen geri kovdu. Sanki ilk defa görüyormuşçasına bir dehşet duygusu içinde, ancak şimdi, kocasının ne kadar kuvvetli, ne kadar tehlikeli olduğunu hissediyordu. Müzik yeniden başladı. Beylerden biri geldi, bir otomat gibi Irene, erkeğin koluna girdi. Ama şimdi her şey ağırlaşmıştı, şakrak melodi onun donmuş kollarını, ayaklarını artık hareket ettiremiyordu. Kalbinden bacaklarına doğru bunaltıcı bir ağırlık büyüyor, attığı her adım ona acı veriyordu. Kavalyesinden izin isteyip dansı bırakmak zorunda kaldı. Yerine dönerken, elinde olmadan, kocasının yakınlarda olup olmadığına baktı. Birden ödü koptu: Kocası, kendisini bekliyormuş gibi, hemen arkasında duruyordu.