Gözlerini yine Irene’ye dikmişti. Ne istiyordu? Ne kadarını biliyordu? Çıplak göğsünü ondan sakınmak ister gibi, elinde olmadan, elbisesini bitiştirdi. Kocasının susması, bakışı gibi inatçı, devam ediyordu,

Çekinerek sordu Irene: “Gidelim mi?” Kocasının “Evet!” diyen sesi, sert ve öfkeli çıkmıştı. Kocası önden yürüdü, Irene o geniş, ürküten enseyi tekrar gördü. Omuzlarına kürkünü koydukları halde Irene üşüyordu. Otomobilde yan yana hiç konuşmadılar, Irene, bir söz söylemekten korktu. Hayal meyal, yeni bir tehlikenin varlığını hissediyordu. Şimdi her iki taraftan sarılmıştı.

• • •

O gece korkulu bir rüya gördü. Bilmediği bir müzik çalıyordu. Salon aydınlık ve yüksekti. Irene salona girdi, birçok insanlar ve renkler hareketlerini daralttılar, genç bir adam ona doğru yürüdü. Gözü bu adamı ısırıyor, ama onun kim olduğunu kesin bilemiyordu. Adam, Irene’nin kolundan tuttu, Irene onunla dans etmeye başladı. Kendini memnun, hafif buluyor, bir müzik dalgasıyla ayakları yerden kesiliyor, artık döşemeyi hissetmez oluyordu. Bu şekilde dans ede ede salondan salona geçtiler. Salonların yüksek tavanlarında altın avizelerden yıldız yıldız ufak ışınlar serpiliyor, duvarlarda birçok aynalar kendi gülümseyişlerini kendisine iade edip sonsuz yansımalar halinde ötelere götürüyorlardı. Dans gittikçe hararetleniyor, müzik kızıştıkça kızışıyordu. Irene, delikanlının kendisine gittikçe daha sokulduğunu görüyordu. Gencin parmakları Irene’nin çıplak koluna batmış, duyduğu ıstıraplı hazdan Irene, inlemek zorunda kalmıştı. Bakışları gencin bakışlarına gömülünce Irene, onu tanıdığına kanaat getirdi. Kızlığında uzaktan delicesine sevdiği aktördü bu! Sevinçten deli gibi, tam adını söyleyecekti ki genç, Irene’nin hafif feryadını, ateşli bir öpüşle ağzında hapsediverdi. Böylece dudak dudağa, birbiri içinde erimiş tek vücut halinde, sanki mutlu bir rüzgârla taşınarak salondan salona uçtular, duvarlar açılı açılıveriyordu. Irene göklere çekilen tavanı, saati fark etmiyor, zincirden kurtulmuş kolları, ayaklarıyla tarifsiz bir hafiflik içinde uçuyordu. Ansızın biri omuzuna dokundu. Irene durdu, onunla beraber müzik de durdu, ışıklar söndü, duvarlar kara kara yaklaşıyordu; kavalyesi de birden yok olmuştu. Uğursuz kadın, “Erkeğimi ver, hırsız karı!” diye bağırıyordu. Evet, oydu gelen; duvarlar çınlıyor, buz gibi parmaklar bileğini sıkıyordu, Irene dikleşti, kendisinin de bağırdığını duydu: Şaşkın ve cıyaklamalı bir korku çığlığı koparmıştı. Boğuşmaya başladılar, fakat kuvvetliydi kadın, Irene’nin inci gerdanlığını kopardı, elbisesinin yarısını parçaladı, sarkan paçavralar altında Irene’nin göğsü ve kolları meydana çıktı. Birdenbire insanlar birikmişti; artan bir gürültüyle salonlardan çıkıp çıkıp geliyorlar, “Şıllık, orospu, erkeğimi elimden aldı!” diye cıyak cıyak bağıran ötekini seyrediyorlardı, Irene nereye gizleneceğini, gözlerini nereye kaçıracağını bilemiyor, çünkü kalabalık daha da yaklaşıyor, meraklı ve soluyan yüzler çıplaklığına sokuluyorlardı. Titrek bakışlarını bir kurtuluş ümidiyle etrafta gezdirirken birdenbire kapının karanlık eşiğinde kocasının hareketsiz durmakta olduğunu gördü: Sağ elini arkasında saklıyordu.