Şövalye vaktin geç olduğunu ileri sürerek kesinlikle orada kalmak istediğini söyleyince, onları Belediyeye ait olan ve fundalıklar arasında saklı bulunan küçük bir çiftlik yapısına sessizce yerleştirmeyi yeterli buldular. Fakat akşama doğru, efendilerin şarap ve fazlaca yedikleri meze ve çerezlerle neşeleri yerine geldi; bütün olayı unuttular. Vali, gözlerine çarpan bir geyik sürüsünü avlamak için yeniden pusu kurma düşüncesini ortaya attı. Bu öneriyi orada bulunanların hepsi büyük bir sevinçle karşıladı; tüfeklerini aldıktan sonra ikişer ikişer çukurlardan, hendeklerden geçerek yandaki ormana daldılar. Elektör Prens ve bütün bu sahneyi seyretmek üzere onun koluna giren Bayan Heloise, yanlarına verilen bir kılavuz tarafından Kohlhaas’ın Brandenburg süvarileriyle birlikte bulunduğu evin avlusundan geçirildiler. Onları iyice şaşırtan bu raslantı karşısında, bayan: “Geliniz, iyiliksever efendimiz! Geliniz! Kalabalık bastırmadan eve gidelim ve içerde geceyi geçirecek bu garip adamı görelim!” dedi ve boynunda sallanan altın zinciri şaka ederek ipek gömleğinin içine soktu. Elektör Prens kızarak onun elini tutarken: “Heloise! Ne yapıyorsunuz?” dedi. Fakat bayan alınmış bir biçimde ona bakarak bu avcı giyimiyle kimsenin tanıyamayacağını söyleyip onu sürükledi. Tam bu sırada meraklarını giderip evden çıkan birkaç soylunun valinin aldığı önlemler sayesinde ne şövalye, ne de at tüccarının Dahme yakınlarında kimin avlanmaya geldiğini bilmediklerini söylemeleri üzerine Elektör Prens, gülerek şapkasını gözlerine indirdi ve: “Ey çılgınlık, dünyaya egemen olan yalnızca sensin ve senin yerin de güzel bir kadın ağzıdır!” dedi. Hükümdar ve bayan, Kohlhaas’ı görmek için çiftlik yapısından içeri girdikleri sırada o, sırtı duvara dayalı olduğu halde bir saman yığını üstüne oturmuş, Herzberg’de hastalanan çocuğunu beyaz ekmek ve sütle besliyordu. Bayan bir söyleşi ortamı yaratmak için: “Kimsin? Çocuğun nesi var? Suçun ne? Bu korumanlarla nereye götürülüyorsun?” gibi şeyler sorunca, at tüccarı meşin kasketini hafifçe kımıldatarak, işini görmeyi sürdürürken kısa ama doyurucu yanıtlar verdi. Avcı soylunun arkasında duran ve Kohlhaas’ın boynunda ibrişime asılı küçük kurşun bir muska gören Elektör Prens, konuşmak için daha iyi bir konu bulunmadığından: “Bunun anlamı nedir ve içinde ne var?” diye sordu. Kohlhaas yanıt verdi: “Evet, soylu efendim, bu muska…” Onu boynundan çözdü, açtı ve içinden mühür mumuyla kapatılmış bir tezkere çıkardı. ‘Bu muskanın tuhaf bir öyküsü var! Yedi ay olmalı, tam karımın gömüldüğünün ertesi günü, bana birçok haksızlık yapan soylu von Tronka’yı yakalamak için, belki sizin de bileceğiniz Kohlhaasenbrück’ten yola koyuldum. Yolumun üstünde vardığım Jüterbock adındaki bir sınır kasabasında bilmediğim bir sorunu çözmek için Saksonya ve Brandenburg Elektör Prensleri buluşmuşlardı. Akşama doğru anlaşmış olduklarından, o sırada kurulan yıllık panayırı görmek için dostça konuşa konuşa caddeden geçiyorlardı. Orada bir iskemle üzerine oturmuş, çevresini saran ahaliye insanlara fal açan bir çingeneye rasladılar ve şakadan, kendilerine de hoşlarına gidecek şeyler söyleyip söylemeyeceğini sordular. Ben yardımcılarımla bir hana inmiştim ve o sırada bu olayların geçtiği alandaki halkın arkasında bir kilisenin kapısı önünde bulunuyordum. Falcı kadının efendilere neler söylediğini duymadım. Halk gülüşerek birbirlerine onun bilgisini kimseyle paylaşmak istemediğini fısıldıyor ve olanları görmek için birbirini itiyordu; ben araştırmaktan çok araştıranlara yer vermek amacıyla arkamda kilisenin girişine oyulmuş olan bir sıranın üzerine çıktım. Bu yerden rahatça hükümdarları ve önlerinde iskemleye oturmuş olduğu halde bir şeyler yazar görünen kadını ancak görmüştüm ki, kadın koltuk değneklerine dayanarak ayağa kalktı ve çevresindeki halkı gözden geçirdi; sonra kendisiyle bir tek sözcük bile konuşmamış olan ve yaşamında bildiklerini öğrenmeyi asla istemeyen beni gözüne kestirdi, sık kalabalık arasından bana kadar sokuldu: “İşte! Efendi öğrenmek isterse, onu senden sorsun!” dedi ve bu sözlerle, soylu efendim, zayıf kuru elleriyle bu tezkereyi bana uzattı. Bütün halk bana döndüğü sırada ben: “Nine, bana ne veriyorsun?” diye sorunca, şaşkınlıkla içinde adımın da geçtiğini duyduğum ve anlayamadığım birçok mırıltılardan sonra: “Bir muska, at tüccarı Kohlhaas; onu iyi sakla, bir gün senin yaşamını kurtaracak!” dedi ve kayboldu. Kohlhaas safça konuşmayı sürdürdü: “Evet! Gerçeği itiraf etmek gerekirse bu muska, o kadar sert davrandıkları Dresden’de canımı kurtardı! Berlin’de bana ne olacağını, orada da bununla yaşamımı kurtarıp kutaramayacağımı zaman gösterecek!” dedi. Kohlhaas’ın bu sözleri üzerine Elektör Prens bir sıranın üstüne oturdu ve her ne kadar bayanın “ne oldu?” diye şaşkınlıkla sorduğu soruya: “Bir şey değil, bir şey değil!” yanıtını verdiyse, de, bayan yanına koşup onu kolları arasına almaya vakit bulamadan baygın bir durumda döşemenin üstüne yuvarlandı. Bir iş için tam bu anda içeriye giren şövalye von Malzahn: “Aman Tanrım! Efendiye ne oldu?” dedi. Bayan bağırdı: “Su getirin!” Avcı soylular onu yerden kaldırdılar, yandaki odada bulunan bir yatağa götürdüler. Bir nedimin çağırdığı vekilharcın gelip onu ayıltmak için harcadığı boşa giden birçok çabadan sonra: “Bu darbe ona pek dokunmuşa benziyordu!” demesi üzerine, şaşkınlık iyice arttı. Saki, hekim getirtmek üzere bir atlıyı Luckau’a gönderdiği sırada gözlerini açtığı için, vali de onu bir arabaya koydurdu ve yavaş yavaş hareket ederek yakınlarda bulunan ve kendisinin avlanmak için gittiği köşküne gönderdi. Fakat bu yolculuk onun oraya vardıktan sonra iki baygınlık daha geçirmesine neden oldu. Ancak ertesi gün geç vakit Luckau’dan hekimin geldiği sırada sinirsel hummalar içinde bu baygınlıklardan bir parça kurtulabildi.
1 comment