Üçüncü gün öğleden önce onları koştum ve içeriye üç araba ürün attım.” Yüreği yerinden fırlayacak gibi çarpan Kohlhaas gözlerini yere indirdi ve ekledi: “Bundan bana hiç söz etmediler, Herse!” Herse bunun böyle olduğuna ant içti: “Öğleden sonra yemelerini henüz kesen atları yeniden koşmak istemedim; hayvanlara bedava ot yedirip, yem bedeli olarak bıraktığınız parayı cebe atmamı öneren kâhya ve vekilharca da bunu asla yapamayacağımı söyleyip arkamı döndüm: İşte bana bunun için kızdılar.” Kohlhaas: “Fakat Tronkenburg’dan bu hoşnutsuzluk yüzünden kovulmadın!” dedi. Uşak “Hayır! Hayır! diye bağırdı, önemsiz bir suç yüzünden! Akşamüstü Tronkenburg’a gelen iki şövalyenin atları ahıra çekildi, benimkiler ahırın kapısına bağlandı. Şövalyelerin atlarını bizzat yerleştiren kâhyanın elinden bizim yağızları alıp, nerede kalacaklarını sorduğum zaman, tahta parçaları ve hatıllarla, şato duvarına bitişik olarak yapılmış bir domuz ahırını gösterdi.” Kohlhaas sözünü keserek: “Ahırın durumu atlar için o kadar kötüydü ki, tavladan çok domuz ahırına benziyordu demek istiyorsun, değil mi?” dedi. Herse: “Hayır; domuz ahırıydı, efendim; gerçekten, düpedüz bir domuz ahırı… Domuzlar, içeri dışarı girip çıkıyorlardı ve ben orada duramadım.” diye yanıt verdi. Kohlhaas: “Belki bizim yağızları koyacak başka bir yer yoktu,” dedi ve ekledi: “Elbette şövalyelerin atları yeğlenir.” Uşak sesini biraz alçaltarak: “Gerçekten yer dardı” diye yanıt verdi, o sırada yedi şövalye bulunuyordu. Siz orada olsaydınız atları belki bir yere sıkıştırırdınız. Ben köyde bir ahır kiralamak istedim; kâhya sözümü keserek atları göz önünde tutmak zorunda olduğunu söyledi ve hiçbir suretle onları şatodan uzaklaştırmaya kalkışmamamı sözlerine ekledi.” Kohlhaas “Yaa! dedi; bunu üzerine ne yaptın?” “Vekilharç, konuklar yalnızca bu geceyi şatoda geçirecekler ve yarın sabah gidecekler dediği için, ben de atları domuz ahırına çektim. Fakat ertesi gün şövalyeler gitmedi; üçüncü günün sabahındaysa, beylerin daha birkaç hafta şatoda kalacakları söylenmeye başladı.” Kohlhaas: “Zamanla, domuz ahırı da, sana ilk günkü kadar kötü gelmemiştir herhalde, Herse!” dedi. Öteki yanıt verdi: “Gerçekten öyle; ortalığı bir parça süpürdüğüm için epeyce bir şeye benzedi. Domuzları başka bir yere koyması için hizmetçi kıza bir groşen verdim. Ertesi gün, yukardaki tahtaları tan vakti hatıllardan almak ve geceleri yine yerine götürmek suretiyle atların güzelce ayakta duracakları biçimde orayı yoluna koydum. Artık başlarını, kazlar gibi damdan dışarıya uzatıp, Kohlhaasenbrück’e ya da daha güzel yerlere doğru bakıyorlardı.” Kohlhaas: “Peki, öyleyse” diye sordu, Tanrı aşkına seni ne diye kovdular?” Uşak yanıt verdi: “Efendim, size söylüyorum işte! Benden kurtulmak istiyorlardı; çünkü ben orada oldukça hayvanları kullanamayacaklardı. Her yanda, avluda, uşaklar arasında bana surat ediliyordu ve ben bir tokat atıp çenelerini kırayım diye düşünürken, onlar benden baskın çıktılar, beni kapı dışarı ettiler.” Kohlhaas: “Fakat neden? Herhalde ortada bir neden olmalı!” diye bağırdı. Herse yanıt verdi: “Elbette! Kuşkusuz! Hem de pek haklı bir neden: Domuz ahırında geçirdiğim ikinci günün akşamı, pek fazla pislenmiş olan atları ırmağa kadar götürüp yıkamak istedim. Henüz şatonun kapısındaydım ki, kâhyanın, vekilharcın köpekler, uşaklar ve değneklerle işçilerin odasından üzerime doğru fırladıklarını ve “Tutun hileciyi! Tutun edepsizi!” diye bağırdıklarını işittim. Sanki kudurmuş gibiydiler. Kapıdaki bekçi yolumu kesmişti; ben ona ve üzerime koşan kudurmuş kalabalığa: “Ne var?… Ne oluyor?..” diye sorduğum zaman, kâhya, her iki yağızın dizginlerinden yakalayarak: “Atlarla böyle nereye gidiyorsun?” diye sordu ve beni göğsümden kavradı. Ben nereye gideceğimi söyledim. Kâhya: “Hele bak hele!.. Demek ki, atları yıkamaya da götürüyorsun! Yıkamak, öyle mi?.. Sanıyor musun ki?.. Seni yezit seni, ben şimdi sana Kohlhaasenbrück yolunda yıkanmayı öğretirim!” diye bağırdı ve ayağımı tutan vekilharçla birlikte beni, hızla, atın üstünden öyle bir çekti ki, kendimi boylu boyunca gübre yığınının içinde buldum. “Katil! Alçak herif! Koşum takımları, örtüler ve bir kat çamaşırım ahırda duruyor.” diye bağırdım. Vekilharç hayvanları çekip götürürken, kâhya ve uşaklar, üzerime kırbaç ve sopalarla öyle bir çullandılar ki, yarı ölü bir durumda şato kapısının arkasına serildim. “Haydut köpekler! Atlarımı nereye götürüyorsunuz?” diyerek doğrulurken, kâhya “Defol şatodan!” diye bağırdı ve “Haydi Kaiser! Haydi Jäger! Haydi Spitz!” sesleri çınladı; on ikiden fazla köpek üzerime atıldı. Bunun üzerine, çitten bir sırık mıydı neydi, bilmem, bir şey kopardım ve üç köpeği cansız yere serdim. Fakat etlerim çok kötü parçalandığından boyun eğmek zorunda kalınca, düüt! diye bir düdük sesi işitildi, köpekler avluya girdiler, kapının kanatları kapandı, sürgüsü sürüldü ve ben baygın bir durumda yolun üstüne yıkıldım.” Kohlhaas rengi uçmuş, zoraki bir gülümsemeyle: “Sen de herhalde sıvışıp kaçmak istemiştin, değil mi Herse?” dedi ve uşak kıpkırmızı kesilerek yere bakınca, “haydi saklama!” diye ekledi, kesinlikle domuz ahırı hoşuna gitmemiştir; Kohlhaasenbrück’teki ahırın daha iyi olduğu aklına gelmiştir.” Herse: Allah Allah! diye bağırdı, haydi örtüleri, eyer takımını ve bir kat çamaşırımı orada, domuz ahırında özellikle bırakmış olayım… Kırmızı ipek boyun atkısına sarıp da yemliğin arkasına koyduğum üç Reichsguldeni, ne diye cebime atmadan kaçayım? Siz böyle söyleyince, şeytan diyor ki, attığın kundağı git yeniden ateşle!.” At tüccarı: “Haydi, haydi! Ben böyle demek istemedim! Söylediklerinin hepsine harfi harfine inanıyorum ve hatta, istersen, sözlerinin doğruluğuna ant da içebilirim. Benim hizmetimdeyken başına bunlar geldiği için çok üzgünüm! Haydi Herse git yat! Söyle sana bir şişe şarap versinler, acılarını unut! İnan ki hak yerini bulur!” Bunun üzerine ayağa kalktı, başuşağın domuz ahırında bıraktığı eşyaların bir listesini yaptı, onların değerini saptadı, tedavi giderini sordu ve bir kez daha uşağına elini uzatıp, onu uğurladı.
Bunun üzerine karısı Lisbeth’e olayın bütün evrelerini ve içyüzünü anlattı; hakkını aramaya kesin olarak karar vermiş olduğunu ona açtı; karısının da bu konuda bütün kalbiyle düşüncesine katıldığını görünce sevindi. Karısı, belki kendisinden daha az dayanıklı yolcuların da bu şatodan geçebileceklerini, bu gibi yasadışı davranışların önüne geçmenin Tanrı‘nın da hoşuna gideceğini ve dava açmak için gereken parayı kendisi vereceğini söylemişti. Kohlhaas ona: “Benim yürekli karıcığım!” dedi.
1 comment