Hatta daha önce not aldığı bir kaynağın bir bölümünün veya tamamının birden uçup gittiğine de pek çok araştırmacı tanık olmuştur. Bu durumda, ilgili kısımlarda, önceki aktarmalara, külliyatlara mecburuz.
10. Bazı gazete ve dergilerin bazı sayıları kütüphanelere girmemiş veya yok olmuşsa, o sayılarda yayımlandığı muhakkak olan metinler/kısımlar için daha önceki külliyatlardaki gibi bir dipnottan başka bir şey gelmez elden (3-8. meclisler arası bulunamayan “Yaşasın Dolap” örneğinde olduğu gibi).
11. Açık bir basım hatası dışındaki durumlarda yazarın noktalama işaretlerine ve imlâsına itibar edilmiştir. Başka dillerden alınan kelimelerin Türkçedeki söylenişini tercih eden ve bunu Yeni Lisan’ın esasları arasında gören yazar, bir yanlış okumaya meydan vermemek için söz konusu kelimeleri İstanbul konuşmasındaki şekliyle ve fonetik alfabe özelliklerine uygun biçimde yani “sese karşı harf” ilkesiyle yazmıştır: Serv ﻭﺮﺳ servi یﻭﺮﺳ yerine selvi یﻮﻠﺳ gibi. Böyle durumlarda yazarın tercihlerine uymak gerektiği açıktır.
12. Konuşma çizgileri (—) yerine tırnak işareti (“ ”) kullanılması yayınevinin güncelleştirme tercihidir.
13. Notlamanın ölçüsü görecelidir. Orta derecede bir okuyucuya yardımcı olunabilecek ölçüde açıklamalar yapılmıştır. Bizim koyduğumuz notlardan ayrılması için yazarın notlarına isminin baş harfleri (Ö. S.) ilave edildi.
14. Asıl önemlisi metin seçimi... Bu yayını hazırlama işlemini bir başkası yapsa idi, muhtemelen benim aldığım bazı metinleri hikâye olarak değerlendirmeyecek veya benim bu türün sınırları dışında gördüğüm bazı metinleri alacaktı. Esasen tür adını çok bağlayıcı biçimde değerlendirmemek lâzımdır. Hiçbir türün sınırları –aynı dönem içinde ve hatta aynı yazarın kaleminde bile– kesin değildir/olamaz. Ömer Seyfettin, bazı metinler için sadece “hikâye”, bazıları içinse “kısa hikâye”, “hikâyecik”, “tekellümî hikâye” gibi nitelemeler kullanıyor. “Fantezi” sıfatını bazen bir tür adı olarak kullandığı halde, bazen de “hayalî şeyler” anlamında yani bir muhteva tanımlaması yerine kullandığı görülüyor (Rıza Tevfik ve devrin daha başka sîmalarını hicvettiği açıkça belli olan “Şîmeler” gibi). En uzun hikâyelerinden birinin adı “Küçük Hikâye”dir (Tatlısu Frenkleri). “Ashab-ı Kehfimiz”in provası olan bu metinde başlık, aslında tür adından başka bir şey değildir. Rahatlıkla tiyatro eseri diyebileceğimiz “Yaşasın Dolap”, “Mahcupluk İmtihanı” gibi bazı eserlerini yazar, karşılıklı konuşma tekniği ile kaleme alınmış hikâye sayıyor. Muhtemelen Ömer Seyfettin, hikâye türü için, sadece, anlatılacak bir olay veya durumun bulunmasını yeterli buluyordu. Özellikle ilk hikâyeleri, hacim bakımından az oluşlarıyla, çok küçük olay parçacıkları etrafında vücut bulmalarıyla, yazma eyleminden duyulan zevk dolayısıyla yazılmış intibaı uyandırmalarıyla dikkat çekmektedir. Bu itibarla bizim hikâyeler içinde gösterdiğimiz “Kır Sineği”, “Buse-i Mader”, “Bir Refikin Defter-i İhtisasatından”, “Hediye”, “Sahir’e Karşı”, “Sebat”, “Erkek Mektubu”, “İlkbahar”, “Kazık”, “Elma”, “Pervanelerin Ölümü”, “Ay Sonunda”, “Ayın Takdiri”, “Hayırlı Bir Fal”, “Nokta”, “Post Kavgası Kaldırılacak”, “Karmanyolacılar”, “İffet”, “Felsefe” ve “Muayene” gibi metinler, bir başkasının tasnifinde belki deneme, belki mensure (mensur şiir) diye nitelenebilir. Biz bu tip kalem tecrübelerinin hikâyelere yakınlığını, diğer türlere olan yakınlığından daha fazla gördük.
15. Metinlerden bir kısmında görülen “kısa hikâye”, “hikâye – fantezi”, “fantezi”, “millî hikâye”, “tarihî hikâye” gibi nitelemeler aynen verilmiş ama sadece “hikâye” nitelemesi taşıyanlarda buna gerek görülmemiştir.
16. Metinlerin taşıdığı imza konusunda da aynı tavır korunmuştur. Metne “Ömer Seyfettin” imzası atılmışsa bunun verilmesine gerek görülmemiştir. Ama bir rumuzla, takma adla veya imzasız ise belirtilmiştir.
Elinizdeki kitapta, birçok hikâyenin ilk yayın yeri bilgisine ulaşılmış ve dolayısıyla önceki külliyatlardaki kronolojik sırası değiştirilmiştir.
1 comment