Orada bu kadar uzun kalışım göze de batmıyordu zaten; hep bir sürü insan geliyor, hemen gidense pek çıkmıyordu. İki hafta sonra Sirilund’a bir kopçacı gelmişti. Büyük küçük herkese yığınla kopça yaptığı halde kalkıp gitmiyor, Sirilund’da kalıyordu. İşte ancak küçük küçük çengelleri eğip bükerek kopça yapmaktı bütün bildiği. Hayvan ve kuş seslerini taklitte yamandı fakat. Ağzına minik bir alet gizliyor, ötüşlerin kendinden çıktığını sezdirmeden, küçük kuşlarla dolu bir orman gibi şakıyordu. Tuhaf bir adamdı doğrusu; avludan geçtikçe Mack bile durup onu dinliyordu. Sonunda Mack, ona değirmende bir iş buldu; Kopçacı da hep el altında, Sirilund’un bir özelliği olarak, Sirilund’da kaldı.
2
Hartvigsen’in evine yerleşmemden epey sonra bir gün mağaza yolunda Mack’ı tanımadığım bir hanımla gördüm. Mavi tilki bir kürk vardı hanımın üzerinde. Fakat sarınmamıştı kürke, önü açıktı, soğuklar geçmişti çünkü. Çoktandır genç, kibar hanım gördüğüm yoktu. Selam verip temiz yüzüne bakınca, “Allah bağışlasın!” dedim içimden. Yirmisini bir hayli geçmişe benziyordu, uzun boyluydu, saçları kumraldı, dudakları kahverengi. Bir kız kardeş gibi baktı bana, alnında masum bir ifade.
Yürürken onu düşündüm, sonradan bu karşılaşmayı kendisine anlatınca, “Rosa’dır,” dedi hemen Hartvigsen. “Güzel miydi?”
“Evet.”
“Rosa’dır. Demek gelmiş yine.”
Merak etmiş görünmek istemedim. “Evet, güzeldi,” dedim sadece. “Buralıya benzemiyordu.”
Hartvigsen cevap verdi: “Yok, buralı değildir. Komşu köyden. Mack’ı ziyarete gelmiştir.”
Hartvigsen’in evindeki yaşlı hizmetçi, Rosa hakkında bana, sonradan bazı başka şeyler daha söyledi: Komşu köyün rahibinin kızıymış, evlenmiş, kısa sürmüş evliliği, şimdi yalnızmış, kocası güneye gitmiş, bir zamanlar Hartvigsen’le nişanlıymışlar, tam düğüne
gelmiş sıra, birden başkasıyla evlenivermiş. Pek tuhaf olmuş bu.
Hartvigsen’in birkaç gündür daha iyi giyindiğini, her haliyle kibar görünmek istediğini fark etmiştim. “Rosa gelmiş diye duydum,” dedi bir ara hizmetçiye.
Beraber Sirilund’a gittik, aslında ikimizin de yapacağı işi yoktu orda. Hartvigsen, “Mağazadan alınacak bir şeyiniz yok mu?” demişti.
“Hayır. Şey... biraz küçük çivi, raptiye.”
Aradığımız kişi, mağazada yoktu. Çivileri almıştım ki, Hartvigsen yeniden, “Raptiyeler resimler için mi lazım?” diye sordu.
“Evet, çerçeveler için.”
“Çerçevelere belki başka şeyler de lazımdır. Acele etmeyin, düşünün!”
Onun bunu sırf biraz daha oyalanmak için söylediğini anlamıştım.
Birkaç şey daha geldi aklıma, istedim; Hartvigsen bekliyor, arada bir kapıya bakıyordu. Derken bıraktı beni; yazıhaneye gitti. Bütün bu mallara ortaktı, üstelik çok da zengin. Bu yüzden, kapıyı vurmadan girdi yazıhaneye; elbette bunu yapsa yapsa o yapardı.
Ben tezgâh başında bekleyedurayım, aradığımız çıkageldi.
1 comment