Hartvigsen’in geldiğini görmüştü ve onunla konuşmak istiyordu anlaşılan. Mağazadan içeri girerken dikkatle baktı bana; yanaklarımın yandığını hissettim. Hemen tezgâhın arkasına geçti, duvardaki raflarda bir şeyler aramaya başladı. Uzun boylu, endamlı, alımlıydı, eşyalara değen elleri narin. Genç bir anne gibiydi her haliyle.
“Hartvigsen yazıhaneden çıksa!” diye düşündüm. Çok geçmeden de çıktı. Rosa’ya selam verdi. “Günaydın!” dedi Rosa da ona. Vaktiyle nişanlı olmalarına rağmen, aralarında öyle fazla gerginlik görülmüyordu; hayır, Rosa pek sakin uzattı elini, kızarıp bozarmadı öyle; Hartvigsen’le karşılaşmış olmaktan sıkılmışa falan da benzemiyordu.
“Buralarda mısınız?” dedi Hartvigsen.
“Evet!” cevabını verdi Rosa.
Raflara döndü, bir şeyler aramaya devam etti Rosa. Bir sessizlik oldu. Derken Hartvigsen’e bakmadan, “Eşyalarınızı kendim için karıştırmıyorum,” dedi Rosa. “Ev için.”
“O da ne demek?”
“Hani eski günlerdeki gibi, tezgâhın arkasına geçtim de... Fakat çalmam bir şey.”
“Alay ediyorsunuz!” dedi Hartvigsen, gücenmiş. Hartvigsen’in yerinde ben olsaydım daha fazla duramazdım, diye düşündüm. Hartvigsen duruyordu. Anlaşılan, ruhunda bir şeyler oluyordu ki, kendini toplayıp gidemiyordu. Ne diye tezgâhın gerisine geçmiyor, ona aradığı şeyleri hemen bulup çıkarmak teklifinde bulunmuyordu? Bu malların hepsi onun değil miydi? Tezgâhın önünde, benimle birlikte, bir müşteri gibi duruyordu. Ah ah, tezgâhtarlar, Steen ile Martin, o varken ancak fısıltıyla konuşabilirlerdi. Öylesine zengindi Hartvigsen, üstelik de efendileri.
“Yabancı bir öğrenciyle beraberiz,” dedi Hartvigsen, Rosa’ya. “Gelse de bize biraz piyano çalsa, diyor sizin için. Öyle ya, piyanom var nasıl olsa; durup duruyor.”
“Yabancıların önünde çalamam,” dedi Rosa, başını salladı.
Bir süre bekledi Hartvigsen, sonra, “Yok, hayır, öylesine sordum sadece,” dedi, bana döndü: “Eh, bitti mi işiniz?”
“Evet.”
“Sahiden çalamam,” dedi Rosa, birdenbire. “Ama isterseniz... salona çıkalım!”
Üçümüz yukarı, Mack’ın odasına çıktık. Yeni, kıymetli bir piyano vardı orada. Ve Rosa piyano çaldı. Nobranca davranmıştı ya, bunu tamir etmek istiyordu, elinden geleni yaptı. Çalmasını bitirince, “İşte bütün bildiğim!” dedi.
Hartvigsen uzun zaman oturdu, gitmek istemiyordu. Mack girdi içeri, pek sevinmişti, iltifatlar etti, yakınlık gösterdi; pasta, içki çıkardı bize. Bana salonu gezdirdi; tabloları, pek hoş gravürleri gösterdi. Biz dolaşaduralım, Hartvigsen ile Rosa oturmuş, konuşuyorlardı; benim henüz bilmediğim çeşitli şeylerdi konuştukları.
1 comment