Hiç kimse onun ne düşündüğünü bilemezdi. Özellikle Scarlett bunu hiçbir zaman bilemeyeceğinden emindi. Herkesin aklına geleni hemen söylediği bir çevrede Ashley'in bu suskunluğu beklenmedik bir şeydi. Başka özellikleri bakımından, vilayetin diğer gençleriyle hemen hemen aynı olduğu söylenebilirdi. Avcılık, kumar, dans ve siyaset gibi bölgenin yaygın zevklerine o da düşkündü. Ata binmeye gelince, bunda hiç kimse onunla boy ölçüşemezdi. Ama onun başkalarından farklı oluşu, bu faaliyetlerin hayatının biricik amacı olmayışından ileri geliyordu. Kitaplara ve müziğe olan düşkünlüğü, şiir yazdığı göz önünde tutulacak olursa, onun öteki gençlere hiç benzemediği söylenebilirdi. İnsanlara ve hayata tepeden bakar, onlara karşı, sevgi, nefret, heyecan, üzüntü gibi duyguları fazla duymaz, kendi dünyasında kitapları ve müzikle mutlu olurdu.

Ashley, son derece yakışıklı bir sarışındı. Çok kibardı, ama Scarlett'i Avrupa, kitaplar ve müzik hakkındaki bitmez tükenmez konuşmalarıyla çok sıkıyordu. Buna rağmen, Scarlett'i hiç ilgilendirmeyen şeylerden konuşmasına rağmen neden bu kadar çekiciydi? Ashley ile loş balkonda oturduktan sonra Scarlett nice geceleri uykusuz geçirmiş, bir yandan bir yana dönüp onu düşünmüş ve nihayet, bir daha buluşmalarına Ashley'in kendisine aşkını ilan edeceğine inanarak teselli bulmuştu. Ama bir dahaki buluşma da gelip geçiyor ve sonuç değişmiyordu. Sadece Scarlett'in kalbindeki ateş artıyor ve heyecanı çoğalıyordu.

Ashley'in esrarı, Scarlett'i ne kilidi ne de anahtarı olmayan bir kapı gibi heyecanlandırıyordu. Onun anlayamadığı yanları Ashley'i daha fazla sevmesine sebep oluyor ve delikanlının sessiz ve soğuk bir tarzda onunla gezip dolaşması Scarlett'in Ashley'e sahip olmak konusundaki kararlılığını pekiştiriyordu. Yenilgiyi tanımayacak kadar şımarık ve çok genç olduğu için Ashley'in er geç kendisine evlenme teklif edeceğinden kuşkusu yoktu. Ve şimdi, bir yıldırım gibi, bu korkunç haber gelmişti. Ashley Melanie ile evlenecek! Bu doğru olamazdı!

Daha geçen hafta, güneş batarken, birlikte atla Fairhift'den dönüyorlardı. Ashley:

"Scarlett, sana önemli bir şey söylemem gerek, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum," demişti.

Scarlett beklediği mutlu anın geldiğini sanmış, kalbi sevinç içinde çılgınca çarparken başını önüne eğmişti.

O zaman Ashley:

"Şimdi olmaz" demişti. "Evet, geldik sayılır. Ah Scarlett, ben korkağın biriyim!"

Sonra atını mahmuzlayarak Tara'ya giden bayıra sürmüştü.

Sessiz ve dönemeçli yolda halâ Gerald'in izi yoktu. Eğer daha fazla beklemek zorunda kalırsa, mutlaka dadısı onu aramaya çıkar ve bulup eve sokardı. Ama gözlerini evin karanlık yoluna çevirdiği anda, kulağına, yamacın eteğinden nal sesleri geldi ve atlarla ineklerin korku içinde kaçıştıklarını gördü. Gerald O'Hara, yokuş yukarı, son hızla evine dönmekteydi.

Scarlett, kalbini dolduran endişelere rağmen, mükemmel bir binici olan babasına gururla

baktı.

"Birkaç kadeh içtikten sonra niye hep çitlerden atlamak ister bilmem," diye geçirdi aklından. "Hem de geçen sene tam burada düşüp dizini kırmıştı. Ona rağmen yine aynı şeyi yapıyor. İnsan onun akıllanacağını sanır böyle bir şeyden sonra. Üstelik anneme, bir daha çitlerden atlamayacağına dair yemin edip söz vermişti.

Scarlett babasından hiç korkmaz ve onu kız kardeşlerinden yakın sayardı kendine. Çünkü çitlerden atlayıp bunu karısından gizlemek Gerald'a çocuksu bir gurur verirdi ve Scarlett dadısını atlatınca nasıl sevinirse, babası da aynı memnuniyeti duyardı. Babasını seyretmek için yerinden kalktı.

Koca at çite yaklaştı, şöyle bir toparlandı ve bir kuş gibi adeta uçarak aştı onu. Gerald heyecanla haykırdı ve kırbacını havada salladı; bembeyaz bukleleri başının etrafında uçuşuyordu.