Ağaçların gölgesi arasında kızını görmedi ve atının boynunu takdirle okşayarak ilerlemeye devam etti.

Sonra, aceleyle saçlarını, gömleğini ve iyice yana kaymış olan boyunbağını düzeltmeye başladı. Scarlett biliyordu ki, babası bunları, karısıyla karşılaştığı zaman bir komşuyu ziyaretten dönen kibar bir bey gibi görünmek için yapıyordu. Ve yine farkındaydı ki babası bu hareketleriyle onu, asıl amacını açıklamadan istediği konuşmaya başlamak fırsatını vermiş oluyordu.

Yüksek sesle güldü. Arzu etmiş olduğu gibi, Gerald bu sesi duyunca irkildi. Sonra kızını gördü. Al yanaklı yüzünde yenilmiş ve üzüntülü bir ifade belirdi.

"Vay, küçük hanım," dedi. "Demek, geçen hafta kız kardeşin Suellen'in yaptığı gibi burada beni gözlüyordun. Annene şikâyet edecek misin beni?"

Gerald'ın boğuk bas sesinde bir öfke ve kızına karşı bir yaltaklanma vardı. Scarlett, şakacı bir tavırla dilini şaklattı ve babasının boyunbağını düzeltmek için uzandı. Babasının nefesinde ağır bir viski kokusuyla karışık güzel bir nane kokusu vardı. Bunun yanısıra, çiğneme tütünü, iyi yağlanmış deri ve at kokusu da Gerald'ın ayrılmaz parçaları gibiydi. Scarlett, içgüdüsel olarak bu kokuları babasıyla birlikte düşünür ve onları başka erkeklerde hissetmekten de hoşlanırdı.

Babasının görünüşünün gerektiği gibi olup olmadığını anlayabilmek için, tedbirli ve akıllı uslu bir tavırla geri çekilerek:

"Hayır, babacığım, ben onun gibi dedikoducu değilim," diye Gerald'a güven verdi.

Gerald aslında kısa boylu bir adamdı, ama gövdesi öyle iri, boynu öyle kalındı ki, oturduğu zaman onu gören yabancılar daha uzun boylu bir erkek olduğunu sanırlardı. Kendilerini fazla ciddiye alan kısa boylu kimselerin çoğu gülünçtür! Ama ispenç horozu kümeste nasıl saygı görürse Gerald da öyleydi. Hiç kimse, Gerald O'Hara'ya ufak tefek, gülünç bir adam gözüyle bakmaya cüret edemezdi.

Altmış yaşındaydı ve sert, kıvırcık saçları gümüş gibi beyazdı ama zeki yüzü kırışıksızdı. Küçük ve keskin mavi gizlerinde de, hiçbir zaman, aklını pokerde çekmesi gereken kâğıt sayısı gibi meselelerden daha soyut hiçbir şeye yormamış insanlara özgü tasasız bir gençlik vardı.

Yüzü, uzun yıllar önce terkettiği ana yurdunda bile az rastlanacak kadar has bir İrlandalı yüzüydü. Yuvarlak, renkli, kısa burunlu, büyük ağızlı ve sertti.

Bu görünüş altında, Gerald O'Hara yumuşacık bir kalbe sahipti. Bir kölenin, suçu ne olursa olsun, şiddetle azarlanarak somurtmasına, bir kedi yavrusunun miyavlamasına ve bir çocuğun ağlamasına asla dayanamazdı; ama bu zayıflığı meydana çıkacak diye de ödü kopardı. Onunla karşılaşan herkesin, ne kadar iyi kalpli bir insan olduğunu beş dakikada anladığından habersizdi. En yüksek sesiyle emirler verdiği ya da bağırdığı zaman herkesin korkuyla titrediğini ve kendisine derhal itaat ettiğini düşünmek pek hoşuna gittiğinden, bunu bilecek olsa, gururu kırılırdı. Çiftlikte sadece bir tek sese itaat edildiğini düşünmek hiç aklına gelmezdi; bu karısı Ellen'in yumuşak sesiydi. Hiçbir zaman öğrenemeyecekti, bu sırrı; çünkü çiftlikteki en budala ırgat bile, Ellen'in ona kendi sözünün kanun olduğuna inandırmak için iyi niyetli ve sevgi dolu bir tuzak kurmuş olduğunu bilirdi.

Onun öfkelenmesi ve kükremeleri Scarlett'e herkesten az etki yapardı. Gerald'ın en büyük çocuğuydu ve babası, aile mezarlığında yatan üç oğlundan sonra, bir oğlan çocuk sahibi olmak ümidini kestiğinden, kızıyla erkek-erkeğe bir dostluk kurmaya alışmıştı. Scarlett bundan son derece memnundu. Zaten, babasına öteki kız kardeşlerinden fazla benzerdi. Asıl adı Caroline İrene olan Careen zayıf ve hayalci bir kızdı. Susan Elinor olarak vaftiz edilmiş olan Suellen de zarafeti ve gerçek bir hanımefendiye has görünüşüyle pek övünürdü.

Üstelik Scarlett ile babasını, aynı baskılara karşı anlaşmış olmak da birbirlerine bağlıyordu. Gerald, kızını bir kapıya varmak için yarım mil yürüyeceğine bir çite tırmanırken ya da bir aşığıyla geç vakit ön taraf merdivenlerinde otururken yakalarsa, onu şahsen, sert bir şekilde azarlar, ama bunu annesine ya da dadısına anlatmazdı. Scarlett de, annesine verdiği yeminli sözden sonra onu bir çitten atlarken görür ya da pokerde büyük bir para kaybettiğini öğrenirse, bunu Suellen'in yapmış olduğu yemek masasında söz konusu etmekten kaçınırdı. Vilayetin dedikodularını daima herkesten önce o işitir, ama babasına ait olanları ustaca saklamasını bilirdi. Scarlett ile babası bu gibi şeyleri Ellen'e duyurmanın onu üzeceğinde anlaşmışlardı ve ikisi de, ne pahasına olursa olsun, onu kırmaya dayanamazlardı.

Scarlett, alaca karanlıkta babasına baktı ve nedenini bilmeden onun yanında olmanın huzur verici olduğunu düşündü.