Gerald'da hayat dolu, sert ve haşin bir şey vardı ki onu çekiyordu. Hiç çözümleyici bir zekâya sahip olmadığından, Ellen'le dadısının, onları yok etmek için onaltı yıldan beri uğraşmalarına rağmen, kendisinin de onun özelliklerinin büyük bir kısmına sahip oluşunun buna sebep olduğunu bilmiyordu.
"Böyle gayet iyisin," dedi. "Eğer kendin anlatmayacak olursan, hiç kimse yine yaramazlıklarını tekrarladığını anlamaz. Ama bana öyle geliyor ki, geçen yıl dizini kırdıktan sonra, yine aynı çitten atlaman... "
Gerald, tekrar kızının yanağını sıkarak, bağırdı: "Eğer kendi öz kızım bana bir çitten atlamamın uygun olup olmadığını bildirecekse Allah kahretsin beni! Bu vücut benim değil mi! Hem de, küçük hanım, sen bu saatte, sırtında şalın olmadan, buralarda ne yapıyorsun bakalım?"
Scarlett, tatsız konuşmalardan kaçınmak için babasının her zamanki numaralarını yaptığını görünce onun koluna girdi.
"Seni bekliyordum," dedi. "Bu kadar geç kalacağını bilmiyordum. Dilcey'i satın alıp almadığını merak ettim."
"Satın almasına aldım, ama verdiğim para beni mahvetti. Hem onu hem de küçük kızı Prissy'i satın aldım. John Wilkes neredeyse onları bedava verecekti, ama ben, Gerald O'Hara, bir alışverişte arkadaşlıktan yararlandı dedirtmem. Bu yüzden ikisine karşılık üç bin almaya razı ettim onu."
"Allah Aşkına, babacığım, üç bin çok fazla! Hem Prissy'yi satın alman şart değildi ki!"
Gerald, nutuk çeker gibi:
"Kendi öz kızlarımın beni yargılayacağı zaman geldi mi?" diye bağırdı. "Prissy hoş bir küçük kız ve..."
Scarlett, onun kükreyişine aldırmadan, sakin bir sesle: "Bilirim onu," dedi. "İkiyüzlü, aptal bir yaratıktır. Kesinlikle onu almanın biricik nedeni Dilcey'in bunu senden rica etmesidir."
Gerald, iyi kalpliliği meydana çıktığı zamanlardaki gibi sıkılmış ve utanmış göründü. Scarlett, onun bu saflığı karşısında yüksek sesle güldü.
"Öyle olsa da ne çıkar? Çocuğu için ağlayıp sızlayacak olduktan sonra, Dilcey'i satın almakta ne fayda var? Bir daha, bu çiftlikte yaşayan bir zencinin bir yabancıyla evlenmesine asla izin vermeyeceğim. Çok pahalı oluyor. Haydi, gel kızım, gidip yemek yiyelim."
"Oniki Meşeler'dekiler nasıllar?"
"Her zaman ki gibi Cade Calver de oradaydı ve Dilcey konusunda anlaştıktan sonra galeride oturup birkaç kadeh içki içtik. Cade, Atlanta'dan yeni gelmiş. Orada işler pek karışıkmış, herkes savaştan söz ediyormuş ve... "
Scarlett, içini çekti. Gerald bir kere savaş ve Birleşik Devletler'den ayrılma lafını açtı mı, saatlerce konuşurdu. Babasının sözünü kesti.
"Yarınki ziyafetten söz ettiler mi?"
"Şimdi düşünüyorum da, söz ettiklerini hatırlıyorum. Miss -neydi adı geçen yıl buraya gelen o tatlı küçük kızın, hani Ashley'in kuzeni, ha evet, Miss Melanie Hamilton- işte onunla kardeşi Charles Atlanta'dan gelmişler bile ve..."
"Ooo demek gelmiş?"
"Gelmiş ya. Pek tatlı, sessiz bir şey. Hiç konuşmuyor. Bir kadına da böylesi yaraşır. Haydi kızım, sallanma, annen bizi arar."
Bu haber karşısında Scarlett'in kalbi sıkışmıştı.
"Ashley de orada mıydı?"
"Oradaydı."
Gerald, kızının kolundan çıktı ve ona dönerek dikkatle yüzüne baktı.
"Eğer buraya bunu sormaya geldinse, ne diye ağzında geveleyeceğine açıkça söylemiyorsun?"
Gerald, kurnazca devam etti:
"Ashley oradaydı ve büyük bir sevgiyle seni sordu," dedi. "Kardeşleri de öyle. Ashley, yarın ziyafete gelmene bir engel olmamasını dilediğini de söyledi. Şimdi söyle bakalım kızım, Ashley ile senin aranda ne var?"
Scarlett, babasının koluna girerek, kısaca:
"Hiçbir şey yok," dedi. "Haydi, gidelim babacığım."
Gerald:
"Demek şimdi de sen içeri girmek istiyorsun," dedi.
1 comment