Gerçeğin çiğ halini hazmetmek zordur. Gelin bir noktada birleşelim. Siz zulme uğramış ilim adamlarına ve sefillerin çocuklarına ağlayınız; ben de krala, hânedanına ve asillerin çocuklarına ağlayayım...

– Ben hepsine ağlarım!

– Sizi yalnız bırakmam, Mösyö! Ben de sizinle birlikte ağlarım...

Bu karşılıklı tartışmadan sonra, derin bir sessizlik oldu.

Münzevi ihtiyar, piskoposu baştan ayağa süzdü:

– Piskopos Efendi, dedi; ben ömrümü derin araştırma ve ilimle geçirdim. Beni göreve çağırdıkları vakit altmış yaşında idim. Bu emre itaat ettim. Çünkü zulüm ve baskı vardı; ben bunu gidermek için savaştım. Ne kralla ne de kilise ile bir alıp vereceğim yoktu. Ben bozuk düzene, kokuşmuş ve aslından uzaklaşmış dine baş kaldırdım. Haliyle karşımda kralı ve kiliseyi buldum. Gönül isterdi ki, kan akıtmadan bu iki engeli ortadan kaldıralım. Lakin ipinucu benim elimde değildi. Cehalet ve kinle dolu kalabalıklar, bendi yıkılmış sel gibi önüne çıkan engeli yıkıp geçiyordu. Adalet adına cinayetler işleniyordu. Ondan sonradır ki silahımı indirdim:

– Yapmayın, dedim. Kralın ve kilisenin zulmüne son verelim derken, birçok mâsumun kanına giriyorsunuz! Gördüğünüz cübbeliyi öldürmekle mâbedin örtüsünü yırtıyorsunuz!..

Evet Mösyö... Petkem manastırını 1683’de ihtilâlcilerin elinden kurtaran ve birçok masum din adamının öldürülmesine engel olan general benim... Ondan sonra “hain ve dönek” ilân edilerek ordudan atıldım. Şerefli bir general iken, âdi neferlerin küfür ve hakaretine mâruz kalan bir adam durumuna düştüm. Bana hakaret edenlere asla kin duymadım. Onlara değil, cehâlet ve ahlaksızlığa kin duydum... İnsanlardan kaçıp bu dağ başına çekildim. Cinayetlere âlet olmamak için, Tanrı’ya sığındım. Öldürülen mâsumların ardından yıllarca gözyaşı döktüm... Şimdi seksen altı yaşındayım ve ölmek üzereyim... Söyleyin Mösyö, beni niçin görmeye geldiniz? Benden ne istiyorsunuz?

Piskopusun gözlerinden iki damla yaş döküldü. Bu hakkı tutan, fakat halkın gözünden düşen münzevi ihtiyarın önünde diz çöktü.

– Duanızı istiyorum efendim, dedi. Başka bir şey değil!..

İhtiyarın gözleri yumuldu. Mırıltı halinde:

– Ey Mâbudum! Ölümsüz olan yalnız Sensin... İşte sonunda Sana dönüyorum; beni kabul et, kapından çevirme.

Dudakları yumuldu. Kolları yana düştü.