Fakat hâlâ tebessüm ediyordu.
2. BÖLÜM
GARİP BİR YOLCU
Mösyö Miryel, “cemiyetten kovulmuş adamı” ziyaret etmekten son derece memnundu. Onu kollarına alıp sandalyesinden indirdi. Çobanlarla birlikte, kulübenin önüne bir mezar kazdı. Ölüyü gömüp ardından son duasını etti.
Jandarma komutanı, dağdan inen piskoposu karşıladı. Mösyö Miryel, adamın soru sormasına fırsat vermeden:
– Onu gömdüm, geliyorum, dedi. Başka bir sorunuz var mı?..
Komutan başını öne eğdi:
– Hayır, dedi. Tanrı günahlarını affetsin...
O günden sonra, piskopos çevre köylere ziyaretlerini sıklaştırdı. Halkı, içine düştükleri cehâlet bataklığından kurtarmak için var gücüyle çalıştı.
1815 senesi Eylül ayının başlarında, güneşin batmasından yaklaşık bir saat evvel, yaya olarak yolculuk etmekte olan bir adam, D kasabasına giriyordu. Orta boylu, kaba vücutlu, kırk beş yaşlarında, yüzü güneşte kalmaktan esmerleşmiş, güçlü, kuvvetli biri idi. Yabancı olduğu her halinden belliydi. Dikkat çekmemek için, başı önde yürüyordu. Şapkasının meşin siperi aşağı düşmüş, yüzünün üst bölümünü kapatıyordu. Sırtında, kaba sarı bezden eski bir gömlek vardı. Açık yakasından kıllı göğsü görünüyordu. Mavi Amerikan bezinden, dizleri yamalı, bir pantolonu, asker potinine benzer, demir nalçalı bir botu vardı. Saçı kısa kesilmiş, fakat sakalı uzundu.
Görünüşü öyle perişan ve öyle sefildi ki bu kasabada onun gibi biri daha gösterilemezdi. Terden sırılsıklam olmuş yüzüne bakanlar korkmaktan kendilerini alamıyorlar, merakla onu izliyorlardı. Ayaklarını sürüyerek yürümesine bakılırsa, uzak bir yoldan geliyor olmalıydı. Gasnedi Caddesi’nin sonunda bulunan çeşmenin yanında durdu. Kana kana su içti. Poaşur Sokağı’nın köşesinde rastladığı çocuklara belediye binasını sordu. Çocuklar, eğlence olsun diye, bu tuhaf kılıklı adamın peşine düşüp onu belediye binasına götürdüler. Yabancı burada bir çeyrek saat kadar kaldıktan sonra, arka kapıdan çıktı. Böylece çocukları atlatmış oldu. Çelipası Meydanı’na doğru yürüdü. Kendisini şüphe ile izleyen bir jandarma, bu sefil adamın selamını almadığı gibi, yüzünü buruşturarak ondan hoşlanmadığını belli etti...
Meydanın sağ tarafında, “Uçdofin” adıyla meşhur bir misafirhane vardı. Derler ki, Napoleon D kasabasına geldiği zaman belediye binasında değil de bu misafirhanede gecelemiştir.
Yabancı, işte böylesine meşhur ve şerefli “Uçdofin” misafirhanesine gitti. Kapısı sokağa bakan mutfağa girdi. Bütün fırınlar yanıyor, nefis yemek kokuları tok insanın bile iştahını kabartıyordu.
1 comment