Hiçbir şey söylemeden kapıdan çıkıp gitti...
Büyük cadde boyunca, ayakları birbirine dolaşarak ilerledi. Arkasına dönüp bakmadı. Geçmişlerinde utanç verici bir suçu bulunanlar arkalarına bakmazlar. Çünkü, kara talihlerinin onları takip ettiğini çok iyi bilirler...
Bir müddet, nereye gittiğini bilmeden yürüdü. Üzüntüsünün ve utancının verdiği azap ona açlığını unutturmuştu. Hava iyice kararmış olduğundan, bastığı yeri zor görüyordu. Açlık ve uyku, iki azılı düşman gibi tepesine çullanmış, sırtını yere getirmek üzere idiler. Sokağın sonunda bir ışık görünce, dizlerine yeniden güç geldi. Bir ahır, bir köpek kulübesi de olsa razı idi... Işığa doğru gitti. Burası, Şafo Sokağı’ndaki âdi bir meyhane idi.
Yabancı pencerenin önünde durup içeriye baktı. Birkaç kişi oturmuş içki içiyordu. Meyhaneci ateşin yanında ısınıyordu. Ocağın üzerinde, çengele asılmış, demir bir tencere kaynıyordu.
Sefil adam, buradan da kovulacağını hissetmiş gibi, içini çekti. Cesaretini toplayarak kapıyı tıklattı.
İçeriden bir ses:
– Kim o, diye sordu.
– Yemek ve yatak isteyen paralı bir adam, diye cevap verdi yolcu.
Kapı açıldı. Meyhaneci, kanlı gözlerini yabancıya dikti. İçinden, “Pek paralı bir adama bezemiyor ya ne ise” dedi. Sonra sesini yükselterek:
– Madem paralı bir müşterisiniz, yemek de yatak da var burada, dedi ve yol vermek için yana çekildi.
– İşte ateş! Gelin önce biraz ısının, arkadaş... Yemek de tencerede kaynıyor...
Yabancı ateşin yanına yanaştı. Çantasını yere koyup oturdu. Ayaklarını güçlükle ateşe doğru uzattı.
Masanın etrafında içmekte olan adamlar yabancıya döndüler. Merak ve hayretle onu seyrettiler. İnsan değil de, bir “gulyabani” görmüş gibi ağızları açık kalakaldılar... Sarhoşlardan balıkçılık ile geçinen ve “Zıpkın” lakabı ile anılan adam, yabancıyı hemen tanıdı. Buraya gelmeden evvel, belediyeye bir iş için uğramış, bu garip yolcu hakkında konuşulanları duymuştu... Sefil adam ateşte ısınmaya çalışırken, bizim sarhoş meyhaneciyi yanına çağırdı. Kulağına eğilip bir şeyler söyledi.
Meyhaneci:
– Ya, dedi; demek öyle?!
Hemen, ateşin yanına gitti. Isınmakta olan yabancının omuzuna elini koydu:
– Kalk bakalım, arkadaş, dedi. Buradan gidiyorsun!..
Yabancı, tepesine balyoz indirilmiş gibi inledi:
– Ah! Sizde mi?
– Evet, dedi meyhaneci; ben de!
– Açlıktan ölmek üzere olduğumu biliyor musunuz?
– Bırak sızlanmayı da çek arabanı!
– İyi ama, nereye?..
– Bunu kasabamıza gelmeden önce düşünseydin!
Yabancı sopasına dayanarak kalktı. Çantasını alıp başı önünde meyhaneden çıktı.
1 comment