Kırk yaşlarında, güler yüzlü bir adam, kucağında şirin bir çocukla şakalaşıyordu. Onun sağında genç bir hanım, yanında oturan diğer bir çocuğun ağzına kaşıkla yemek veriyordu. Çocuk nazlandıkça anne gülüyordu. Yabancı, bu mutlu tabloyu içini çekerek izledi. Böylesine mutlu bir aile, misafirperver olmalıydı. Açlıktan ölmek üzere olan bir yabancıya, mutlaka merhamet eder, karnını doyururlardı...

Bu ümitle, camı yavaşça tıklattı.

Kadın:

– Kapı çalınıyor galiba, dedi.

– Ben bir şey duymadım, diye cevap verdi adam.

Yabancı tekrar cama vurdu. Ev sahibi kalkıp kapıyı açtı. Karşısında hırpani kılıklı adamı görünce bir adım geriledi:

– Ne istiyorsunuz mösyö?

– Afedersiniz! Acaba para ile bana bir tabak sıcak yemek ve ahırda yatacak bir yer verebilir misiniz?

Ev sahibi, şaşırmış bir halde:

– Madem paranız var, neden misafirhaneye değil de benim evime geldiniz?

– Orada yer yokmuş...

– Ne demek, “yer yokmuş” bugün sıradan bir gündür... Yer olmaması imkânsız!

– Orasını bilemem, efendim... Misafirhane sahibi “yer yok” dedi...

– Ya! Peki, Şafo Sokağı’ndaki yere gittiniz mi?

Yabancı son derece üzgün ve sıkılmış bir halde, mırıldanarak:

– Orası da kabul etmedi, dedi.

Ev sahibi, elindeki kandili sofranın yanına bıraktı. Gidip duvarda asılı duran av tüfeğini aldı. Namlusunu yabancıya çevirerek:

– Git buradan, diye bağırdı ve ekledi; senin kim olduğunu biliyorum!..

– Efendi, yalvarırım... Hiç olmasa bir bardak su verin!

– Eğer bir kelime daha edersen su yerine kurşun veririm! Bas git, evimden!

Yabancı, sessizce geri döndü. Bahçeden çıkarken kapıyı kapatmayı unutmadı... Alp dağlarından soğuk bir rüzgâr esiyordu... Adam iliklerine kadar titredi:

– Dışarıdakiler, içeridekilerden daha zalim, diye mırıldandı.

Nereye gittiğini bilmeden yürüdü. Beyni uyuşmuş gibi, ayaklarıyla olan irtibatını kesmişti. Ne kadar yürüdüğünü bilmeden dolaştı durdu. Başını kaldırdığı zaman hükümet konağının önünde olduğunu gördü. Napolyon’un bir zamanlar halka hitap ettiği binek taşına yaslandı... Bir müddet dinlendikten sonra yoluna devam etti. Papaz Okulu’nun yanından geçti. Büyük kiliseye nefretle baktı. Ona yumruğunu göstererek bir şeyler mırıldandı... Kilisenin yanında bir binek taşı gördü. Artık yürümeye dermanı kalmamıştı. Gidip taşın üzerine çıktı. Boylu boyunca taşa uzandı... Tam o sırada kiliseye gitmekte olan yaşlı bir kadın yabancıyı görüp şaşırdı. Onu ölmüş zannederek bağırdı.