Adam, kadının çığlığını duyunca doğrulup oturdu.

Yaşlı kadın kekeleyerek:

– Burada ne yapıyorsunuz mösyö, dedi.

– Ne mi yapıyorum, Madam? Ölümümü bekliyorum!..

– Ölümünüzü mü bekliyorsunuz? Ama neden?..

– On saat hiçbir şey yemeden, yaya olarak yol yürüyen, ondan sonra da her gittiği yerden kovulan bir adam ne yapar, Madam?

– Her gittiğiniz kapıdan kovuldunuz demek?

– Evet, her gittiğim kapıdan kovuldum...

Yaşlı kadın, yabancının kolundan tuttu:

– Gel benimle, dedi. Sana bir kapı göstereceğim... Bu kapıdan kimsenin kovulduğunu duymadım!..

Kadın önden yürüyor, yabancı da onu takip ediyordu. Piskopos Sarayı’nın önüne gelince durdular. Yaşlı kadın sarayın karşısındaki küçük evi göstererek sordu:

– Şu kapıyı çaldınız mı, mösyö?

– Hayır, dedi adam.

– İşte size bahsettiğim kapı odur. Hiç düşünmeden çalabilirsiniz... Korkmayın, yüzünüze kapanmayacaktır!..

BU KAPIDAN GİREN HER YABANCI KARDEŞİMDİR

Mösyö Miryel, birkaç ayır, “İnsanlara Karşı Vazifelerimiz” adında bir kitap yazıyordu. Konu hakında büyük mütefekkirlerin ve din adamlarının sözlerine bol bol yer veriyordu. Bu akşam, idarecilerin halka karşı vazifelerine gelmişti. Daha evvel okuduğu bir kitapdan altını çizdiği cümleleri kendi kitabına geçiriyordu ki, Madam Magluar’ın dolaptan gümüş tabakları çıkardığını duydu:

– Akşam yemeği yiyeceğiz galiba, diyerek elindeki kalemi masanın üzerine koydu. Ellerini yıkadı. Yemek odasına geçti.

Hizmetçi kadın, sofrayı hazırlarken, o gün çırşıya çıktığı zaman insanların kasabaya gelen bir serseriden bahsettiklerini duyduğunu söylüyordu. Piskoposun kendisini dinlemediğini gören yaşlı kadın:

– Ah efendim, dedi, keşke kapıların kilidini söktürmeseydiniz... Jandarmalara güven olmaz...

– Biz jandarmalara değil, Tanrı’ya güveniyoruz, dedi piskopos.

Bunu fırsat bilen hizmetçi kadın, çarşıda duyduklarını bir daha anlattı.

Mösyö Miryel, gülerek:

– Ya, dedi, demek öyle? Bu garip yabancı kaç kişiyi öldürmüş; kaç ev basmış?..

Madam Magluar, saf saf:

– Daha işe başlamamış efendim, dedi.

Tam o sırada kapı şiddetle çalındı. İki yaşlı kadın korku ile odanın bir köşesine kaçıp ne olacağını beklemeye başladılar.

Piskopos ağır ve telaşsız bir sesle:

– Buyurun, dedi.

Kapı açıldı. İçeriye deminden beri sözü edilen sefalet ve perişanlığın sembolü adam girdi. Bir adım atıp durdu. Kapıyı da açık bırakmıştı. Arkasında torbası, elinde sopası, nefretten gerilmiş yüzü ile etrafa korku veriyordu. Elbisesinin hırpaniliği onu bir kat daha korkunç gösteriyordu.

Mösyö Miryel, yumuşak ve tatlı bir yüzle adama bakıyor, onun konuşmasını bekliyordu. Yabancı, vahşi bakışlarını odada gezdirdi. İki kadına ve piskoposa baktı. Kızgın bir sesle:

– Siz sormadan ben söyleyeyim, zira soru sorulmasından bıktım!.. Ben Jan Valjan’ım! On dokuz sene tersanede mahkûm olarak çalıştım. Dört gün evvel serbest bırakıldım. Pontarliye’ye iş bulmak için gidiyorum. Tulon’dan buraya yaya olarak dört günde geldim. Bugün on saatlik bir yolculuktan sonra kasabanıza vardım. Bana verilen talimat üzere, belediyeye uğrayıp tahliye kâğıdını gösterdim. Bu sarı kâğıdı gören bana “câni” imişim gibi bakıyordu.