Yemek ve yatacak bir yer bulmak için “Uçdofin” misafirhanesine gittim. Parası ile yemek ve yatacak yer istedim. Patron önce razı oldu ise de belediyeden gelen haber üzerine beni kovdu. Buradan çıkıp başka bir misafirhaneye gittim. Oradan da kovuldum. Penceresinden ışık sızan bir eve yaklaştım. Pencereden içeri baktım. Sofranın başında şen ve güler yüzlü bir aile gördüm. “Mutluluğun olduğu yerde merhamet de vardır.” diyerek kendilerinden parası karşılığında bir kap yemek ile ahırda yatacak bir yer istedim. Evin sahibi tüfekle karşıma çıkıp beni kovdu. Sonra zindana gittim. Zindancı da mahkûm olmadığım için beni kabul edemeyeceğini söyledi. Bir köpek kulübesine girdim. Köpek de kasabalıların huyundan almış olacak ki bana dişlerini gösterdi!.. Çaresizlik içinde büyük kilisenin önündeki binek taşına yattım. Yaşlı bir kilise kadını beni ölü sanarak çığlık attı. Sonra ölü olmadığımı görünce burada ne yaptığımı sordu. Başımdan geçenleri anlattım. İlk defa bu kadın bana merhamet etti:
– Gel benimle, dedi, sana öyle bir kapı göstereceğim ki oradan kimsenin kovulduğunu duymadım...
Burası nedir; misafirhane mi? Param var... Tersanede iken biriktirdiğim yüz dokuz frank ile on beş soldam var. Ücretinizi veririm. Ben göründüğü kadar kötü bir insan değilim. Size bir zararım dokunmaz... Yorgunum, açım, perişanım... On saat yaya olarak yol yürüdüm. İşte bildiğim her şeyi dürüstçe anlattım. Söyleyin, beni kabul ediyor musunuz?
Piskopos, Madam Magluar’a döndü:
– Madam, dedi, kardeşimiz için sofraya bir tabak koyunuz!..
Yabancı, piskoposun sözlerinden bir şey anlamadı. Üç adım atarak masanın üzerindeki kandile yanaştı. Cebinden bir kâğıt çıkararak:
– İşte, dedi, size bahsini ettiğim sarı tahliye kâğıdı budur!.. “Tersaneden çıkmış bir mahkûmum” dedim, duymadınız mı? Okumanız yoksa, ben ne yazdığını okuyabilirim...
1 comment