Öyle ise benden para da istemeyeceksiniz...

Adam bu sözleri söylerken, Matmazel Baptistine ona merhametle, acıyarak bakıyordu.

Yabancı devamla:

– Papaz efendi, siz pek iyi bir din adamısınız... Hiç kibirli piskoposlara benzemiyorsunuz!.. Benden para almayacağınızı da umuyorum; almazsınız değil mi?

– Hayır, mösyö! Paranız sizde kalsın... Kaç paranız var?

– Yüz on dokuz frank, on beş solda...

– Bu parayı ne kadar zamanda kazandınız?

– On dokuz senede...

– On dokuz senede ha?

– Bu paranın bir kuruşunu harcamadım. Hepsi de kesemde duruyor... Dört günden beri yalnız yirmi beş solda harcadım, bu parayı da Gras’da bir arabanın yükünü boşalttığım için kazanmıştım. Madem papazsınız söyleyeyim: Tersanede bizim de bir papazımız vardı. Bir gün bir piskopos görmek de nasip oldu. Piskopos demek, papazların papazı demektir... Ha, gerçi siz daha iyi bilirsiniz. Belki ben iyi söyleyemiyorum... Fakat, çok kibirli bir adamdı. Major Piskoposu imiş. Tersane fabrikasının ortasında bize vaaz etti. Ne kadar çok çalışır ve gardiyanlara ne kadar fazla itaat edersek o kadar sevap kazanacağımızı söylemişti. Fabrika müdürü de onu tasdik ediyordu. Ne yalan söyleyeyim, başında altın işlemeli, kırmızı bir şapka bulunan bu kibirli adamı hiç sevmedim. Bana kızmadınız değil mi? Fakat tersanenin papazı öyle değildir; iyi adamdır...

Bu sırada Madam Magluar, elinde bir tabakla içeri girdi. Mösyö Miryel, tabağı kendi eliyle ocağa yakın bir yere koydu:

– Alp dağlarından esen rüzgâr, geceleri pek soğuktur, mösyö; üşümüşsünüzdür... Şöyle ocağa yakın oturunuz.

Piskoposun, tatlı ve yumuşak bir sesle, “Mösyö” diye hitab edişi adamın öyle hoşuna gidiyordu ki, her “Mösyö” deyişinde sanki ona bir altın veriyor gibi yüzü gülüyordu... Sefalet kadar iltifattan hoşlanan bir hal yoktur.

Piskopos:

– Kandilin ışığı kâfi gelmiyor galiba, dedi.

Hizmetçi kadın, efendisinin bununla neyi kasdettiğini anladı. Girip iki gümüş şamdanı getirdi. Mumlarını yakıp masanın üzerine koydu.

Yabancı:

– Ah, papaz efendi... Siz meğer ne iyi bir insanmışsınız. Adımı ve nereden geldiğimi söylediğim halde beni hor görmediniz, başkaları gibi hakaret etmediniz. Evinize kabul ettiniz...

Piskopos adamın elini tutarak:

– Burası benim değil, Tanrı’nın evidir! Bu kapıdan girenlere isim sorulmaz; bir ihtiyacı olup olmadığı sorulur. Geldiniz, aç ve uykusuz olduğunuzu söylediniz... Burası benim değildir; teşekkür etmenize hiç gerek yok. Burada her ne varsa sizindir. Ben de size hizmet etmek zorundayım...