O dağlarda “Kravat” nâmında azılı bir çete reisi var ki, ne kendisini ne de adamlarını yakalayamıyoruz. Her yerde casusları vardır. Baskına çıkacağımız zaman hemen haber alıp yerini değiştiriyor. İstediği parayı vermeyen zenginlerin bir gecede evini, tarlasını ateşe verip içindekilerle birlikte yakacak kadar cani bir adamdır.
Mösyö Miryel, gayet sakin şöyle dedi:
– Onu serveti ve parası olan düşünsün... Ben fakir, beş parasız bir din adamıyım.
– Fakat, efendim... Adamın ne yapacağı belli olmaz. Gerçi yanınıza bir manga silahlı jandarma veririm ama hayatınızı garanti edemem.
– Kimin hayatı garantideki komutan?
– Yani o dağ köyüne gidecek misiniz?
– Evet! Hem de yalnız olarak. Yolu gösterecek bir çocuk veya keçi çobanı bana yeter. Eşek sırtında giden fakir bir yaşlıyla eşkıyanın ne alıp vereceği olabilir?
Belediye başkanı bile Mösyö Miryel’i bu dağ köyüne gitmekten vazgeçiremedi.
– Boş yere nefesinizi tüketmeyin bayım, dedi piskopos... Karar verdim, gideceğim. O köyün insanları da nasihata muhtaçtırlar. Korkak bir din adamının, can korkusuyla kendilerini ziyaret etmekten vazgeçtiğini duyarlarsa, hakkımda ne düşünürler?
– Yanınıza jandarma da istememişsiniz?
– O zavallıların benim yüzümden ölmelerini istemiyorum...
– Fakat, onlar Tanrı tanımazlar! Vahşi bir kurt sürüsünden farkları yoktur... İşledikleri cinayetlerin sayısını kendileri bile unutmuşlardır.
– İyi ya işte! Belki o sürüye çoban olurum.
– Aman Tanrım! Ya onlarla karşılaşırsanız?
– Nasihat ederim... Ondan sonra da kendilerinden fakirlerim için sadaka isterim.
– Kendilerinden sadaka isteyeceğiniz adamlar, daha geçen ay Ambron kilisesini soydular. Piskoposun nesi var nesi yok alıp götürdüler.
– Demek çalınacak kıymetli şeyler varmış ki, çalmışlar...
Mösyö Miryel, ertesi gün, sabah erkenden bir katıra binerek yola çıktı. D kasabası o gün bu müthiş haberle çalkalandı. Hükümet adamları ihtiyarın artık bunadığına hükmederken, halk onun cesaretini alkışlıyor, sağ salim dönmesi için dua ediyorlardı.
Halkı çobanlık ederek geçinen bu dağ köyü, belki kurulduğundan beri, ilk defa bir piskoposun ziyaretine sahne oluyordu. Mösyö Miryel, hiçbir tehlike ile karşılaşmadan köye vardı. Doğruca kiliseye gitti. Onu, sırtında eski kadın elbiselerinden bozma soluk bir cübbe taşıyan köyün papazı karşıladı. Piskoposu, sadaka istemeye gelen yaşlı bir dilenci sanan papaz:
– O kadar yolu boşuna tepmişsin baba, dedi. Bu köyün çobanları yüz keçi otlattıkları halde içlerinden yalnız biri kendilerinindir... Sadaka vermeye değil, almaya muhtaçtırlar... Fakat, değilmi ki o kadar zahmete katlanmışsın, ümidini boşa çıkaracak değiliz... İki keçim var, biri senin olsun!..
Mösyö Miryel’in bu sözler karşısında gözleri yaşardı. Papazın sırtını okşayarak gülümsedi:
– Tanrı seni iki dünyada aziz etsin, kardeşim dedi. Hz. İsa da merkep sırtında dolaşan bir koyun çobanı idi... Ne mutlu bize ki onun izinden gidiyoruz. Ben D piskoposu Mösyö Miryel’im.
1 comment