“Ve tramvaycıları. Ve bar kasiyerlerini.”
Şakalarım Elvira’yı zor durumda bırakıyordu. Egle’ nin gözleri beni dikkatle sorguluyordu.
“Bu söylediklerinizi gerçekten düşünüyor musunuz?” diye sordu bana kuşkuyla. ‘Yoksa bu akşam da şaka mı yapıyorsunuz?”
“Savaşmak askerlerin işidir,” dedi Elvira’nın annesi. “Hiç böyle şeyler görülmemişti.”
“Herkese görev düşer,” dedim. “Zamanında hep bir ağızdan konuşmayı biliyorlardı.”
Ay ağaçların arkasına çekilmişti. Birkaç gece sonra dolunay olacak, göğü ve yeri aydınlatacak, Torino’yu gözler önüne serecek ve başka bombalar getirecekti.
“Savaşın bu yıl biteceğini söylemişlerdi,” dedi Egle birdenbire.
“Bitecek mi?” dedim ona, “daha başlamadı bile.” Durdum. Kulaklarımı diktim ve gözlerin devrildiğini, Elvira’nın toparlandığını, herkesin sustuğunu gördüm. “Birileri şarkı söylüyor.” Egle sessizliği bozmuş, keyiflenmişti.
“Neyse bari.”
“Ne delilik!”
Egle’yi bahçe kapısına geçirdim. Ağaçların arasında yalnız kaldığımda, yolumu hemen bulamadım. Belbo çalıların arasında kendine bir yol açarak ilerliyordu. Ayın altında nasıl dolaşılırsa, ağaç gövdelerinin aldatmasına kanarak başıboş yürüdüm.
Torino, sığmaklar, alarmlar bana yeniden çok eski ve hayal ürünü şeyler gibi göründü. Ama aradığım karşılaşma, havadaki o sesler, hatta Cate bile gerçek ötesi gibiydi. Bu konudan konuşabilseydim. Sözgelimi Gallo ile, acaba neler anlatırdım diye soruyordum kendi kendime.
Savaşı, boşu boşuna ölenleri düşünerek yola çıktığımı fark ettim. Bahçe boştu. Evin arkasındaki çayırda şarkı söylüyorlardı, Belbo da yarı yolda kaldığından kimse beni fark etmedi. Loş ışıkta ızgarayı, taş masaları, aralık kapıyı seçtim. Yan kapalı bir ahşap balkonda geçen yılın ürünü üzüm salkımları asılıydı. Bütün evde mistik, terk edilmiş bir hava vardı.
‘Eğer Cate çıkarsa,’ diye düşündüm. ‘Öç almak için neler söyler bana kimbilir.’
Buradan ayrılıp ormana dönmek üzereydim. Cate’ nin burada olmadığını, kentte kalmış olmasını umut ettim. Ama çocuğun biri koşarak köşeyi döndü ve durdu. Beni görmüştü.
“Kimse var mı?” diye sordum. Bana kararsızlıkla bakıyordu. Bahriyeli giysisi giymiş, beyaz tenli bir çocuktu, ayışığının solgunluğunda gülünç bir hali vardı. İlk akşam fark etmemiştim onu.
Kapıya gitti ve içeriye seslendi. “Anne,” dedi. Cate elinde kabuklar dolu bir tabakla çıktı dışarıya. O anda Belbo, karanlıkta yuvarlana devrile çıktı ortaya.
1 comment